Meryem İlayda Atlas: Surinam: Az gelişmişliği bir yük gibi sırtımda taşıyorum

Surinam: Az gelişmişliği bir yük gibi sırtımda taşıyorum
Giriş Tarihi: 1.12.2015 18:01 Son Güncelleme: 14.12.2015 11:34
Meryem İlayda Atlas SAYI:19Aralık 2015
Kendi ülkemizde bize sordular, ne işimiz vardı bizim Surinam denen yerde? Neden gidiyorduk, ne işler çevirecektik oralarda? Bu sualler bile bir merak uyandırdı bende, bir eski sömürgenin ev halini, az gelişmişliğin yalın resmini ve modern dünyanın artıklarını görecekmişiz, buymuş mesele. "Bu satırları aja (dedelerim) için yazıyorum. Bu satırlarla onlara olan borçlarımı ödüyorum. Tarihlerinin ve kültürlerinin yitip gitmemesi için…" (Surinamlı şair Jit Narain)

Şöyle diyor Narain bir şiirinde: Tüm gün çalışıp, bütün gece rüyaya dalan/Aja, bana benzer tıpkı/Gemilerimin adı Lalla Rookh değildir hâlbuki/Ve mösyö, ülkem Hollanda oldu zamanla/Bir KLM uçağına binerek terk ettim Surinam'ı/Ta ki zihnimde hatıran belirince/Geçmişin peşine düştüm ben de…/Bu hikâyenin özü kutsal bir su değil/Üstelik aklımı kıskacına almış gibi hissettiriyor/Hindistan'ı neden terk ettiği idrakimde/Lakin Hindistan'ın onu hiç terk etmeyişini ise bir yük gibi taşıyorum. (Paul Vincent'ın İngilizce tercümesinden Türkçe'ye tercüme ettim).

Biz de Narain'in uzak ülkesine bir KLM uçağına binerek gittik, Surinam'a… Ataları Latin Amerika'ya ta Hindistan'dan getirilmiş, orada tarım işçisi olarak çalışmış, Narain ise Surinam'ı terk edip -o dönemde pek çok Surinamlının yaptığı gibi- kendini Amsterdam'a atmış, ama sonra dönüp atalarının kayıp izlerine şiirler yazmış… Hindistan, Güney Amerika, Amsterdam, ne acayip, üç kıta…

Biz de gittik bu ülkeye, Türkiye'den TİKA ekibi ile bir KLM uçağına binip, Amsterdam'da duraklayıp tam 22 saatte ulaştık. Bir Ramazan günü, çok sıcak bir günde, eski bir Hollanda sömürgesine vardık. Sömürgeci bize ülkeye varmadan hissettirdi soluğunu, daha havaalanında başlandık sorgulanmaya. İşte bu yüzden Surinam'a gidenler için salt bir havayolu şirketi değil, sömürgecinin keşif kolu olan KLM. Kendi ülkemizde bize sordular, ne işimiz vardı bizim Surinam denen yerde? Neden gidiyorduk, ne işler çevirecektik oralarda? Bu sualler bile bir merak uyandırdı bende, bir eski sömürgenin ev halini, az gelişmişliğin yalın resmini ve modern dünyanın artıklarını görecekmişiz, buymuş mesele. Ülkeye denizaşırı uçuşları sadece KLM hava yolları yapıyor, ana karanın, egemenin etkisi böylece hep hissediliyor ve bu yüzden KLM'nin şiirlerde zikredilmesinin sebebi… Böylelikle Hollanda çoktan kaderine terk ettiği bu ülkeye hâlâ götürme ve getirme tekelini elinde tutuyor.

Narain'in ataları Surinam'da yıllarca şeker, kakao ve muz yetiştirdiler. Birçoğu hâlâ bu tarımı yapıyor. Birçoğu da bırakıp gitmiş yıllar önce, Amsterdam'da bir Surinam mahallesinde yaşıyor. Amsterdam'la Surinam arasında Airbus bir uçak kalkıyor, her gün. Gelin görün ki bu devasa uçakla gelip gidenlerin pek azı ülkeye dokunuyor.

Bir ülke düşünün, okyanusa kıyısı var ama yüzülmüyor. Yüzmek istersen 12 mil açıkta köpek balıkları ile yüzeceksin, kıyılar çok kirli, altyapı yok.

Bir ülke düşünün, kaliteli ve üstelik de çeşit çeşit kereste üretiyor, boksit yatakları var, altın ve petrol de bulunuyor. Ama altını işlenmiş olarak satamıyor, ekonomisi dışa bağımlı, halkı fakir, imkânları yok.

Bir ülke düşünün, Amazon ormanlarından bir parça barındırıyor, öyle ki, UNESCO'nun dünya mirasına girmiş, Amazon nehrinin en büyük kollarından biri ile çevrelenmiş, içinde binlerce börtü böcek, bitki, kuş ve vahşi hayvan. Hatta kabileler, pirana ile dolu nehirler, bataklık ve timsahlar, alabildiğine yeşillik, acımasız bir yağmur, nehir yunusları, temiz, nemli ve çok sıcak hava… Bütün bunların canlı tuttuğu bir ekoturizm, bu turistler için lüks oteller, orman içinde malikâne tipi evler, gazinolar ve buna karşılık orman kenarında tek katlı, tahta evler, çıplak çocuklar ve tek şeritli yollar…

Bir ülke düşünün, güney Amerikalı, siyahi, Çinli, Endonezyalı, Hintli insanlardan müteşekkil olsun ama çok kültürlülük deyince hiç ama hiç akla gelmesin.

Bir sürü dil konuşsun, bir sürü dini olsun, hatta ırk, mezhep, millet… Ama bunların bir arada yaşıyor olmasına kimse hayret etmesin.

Şehrin göbeğinde vaktiyle Avrupalı sömürgecilerin inşa ettiği bugün UNESCO tarafından korunan merkezler olsun, bunun yanında bir de kumar oynamaya gelenler için mükemmel hizmetler sunulsun, uyuşturucu ticaretinin bir türlü önü alınamasın, artık Batı başkentlerinde yasak olan her şey buralarda yapılsın, az gelişmişlik, çok gelişmişliğin arka bahçesi, çöplüğü, ihtiyatsızlığı, pervasızlığı olsun. Ne de olsa bu insanların haklarının anayasalarla güvence altına alınmaya, bu insanların tam olarak alın terinin karşılığını almaya, bu insanların çevrelerinin, şehirlerinin korunup kollanmaya ihtiyacı yok.

Yine bu ülkeyi düşünmeye devam edin, finansal sistemi Hollanda'ya bağlı olsun, çeşitli borç çarklarına çoktan girmiş olsun, bu borçları ödemek için imkânı da bulunsun ama bırakın bu imkânı kullanmayı, hastalandığında bir iğne yapacak hemşireyi bile düzgün yetiştirememiş olsun… Ne kaynaklarını kullanabilsin, ne insanlarını yetiştirebilsin, denizleri çöplük içinde, kendisi de romantik bir az gelişmişlik sahnesinde tükensin. Kendi kendini tüketmeyi bile bilemesin…

Bu ülkede Çinliler, Surinamlılar, siyahiler, Javalar ile Hintililer yaşıyor. Sanki bir dünya karması gibi. Dün, ormanın ortasında kurulmuş sömürgenin tarım arazilerinin işçisi, bugün, bir gazinonun Uzakdoğulu çalışanı…



Parçalanmışlık her yerde

Surinam, Güney Amerika'da oransal olarak en çok Müslüman bulunduran yer. Yani bu ülkenin yüzde 18'i Müslüman. Biz bu Müslümanlarla ancak çok yakın zamanda iletişim kurmuşuz. Hani Kudüs'e gidince Türkiyeli olduğunuzu anlayanlar koşup boynunuza sarılır ya, Surinam da böyle, belki biz onları bilmiyoruz ama onlar artık neredeyse bir işaret diline dönüşen 'Erdoğan, Erdoğan' diye karşılıyorlar bizi…

Bir Ramazan günü, TİKA, Surinamlıları iftar masasında buluşturuyor. Bütün Müslüman gruplar davet ediliyor. Kadınlar ve erkekler için ayrı ikram masaları kuruluyor. Bazen aileler bir masaya, bazen de kadınlar ve erkekler ayrı ayrı masalara oturuyor. Her şey çok mutmain bir sakinlikle ilerliyor. İtiş kakış yok. Bir kere bir cemiyete sonradan giren, bir masaya en son oturan kişi, diğer hepsi ile selamlaşıyor. Bugün Endonezya ve Malezya'da var olduğunu bildiğimiz bu namaz sonrası selamlaşma, konuşmaya başlamadan selamlaşma, yemek yemeden selamlaşma karşısında eziliyorum. Beraber yatsı namazı kıldığım Endonezyalı kadınların hepsini kucaklamak, gerçekten kucaklamak istiyorum. Duygularımız kesinlikle karşılıklı. Lakin acı gerçek ortaya çıkmakta gecikmiyor. Bu naif tutumlar cemaatler arası, mezhepsel veya etnik ayrımlara gelince pek de öyle naif kalmıyor. Surinam için çok kültürlü, çok dinli dedik ya, diğer din, ırk ve milletlerle pek sorun yaşamayan Müslümanlar maalesef kendi aralarında bölük pörçük.

Bu parçalanmışlığın izini sürmek için Türkiye'nin Surinam fahri konsolosu ve sık sık buralara gelip giden İlkem Şahin'le bir keşif turuna çıkıyoruz. Art arda çeşitli camilere gidiyoruz, Müslüman okullarına, sahurlara, dernek binalarına davet ediliyoruz. Zira bizler, bu insanların din bağı ile yakınlık kurdukları ve 'ağabeylik' etmesini umdukları Türkiye'den geliyoruz. İlkem Şahin'le bu ziyaretleri yaparken arada sık sık şu soru düşüyor aklıma; peki, biz Türkiyeli Müslümanlar ile dünyanın geride kalan Müslümanlarının bağı nedir? Bu bağ ne üzerinden inşa edilir?

Müslümanlar, 500 binlik Surinam'ın yüzde 20'si, sayıları 120 bin bile değil. Ama bin parçaya bölünmüşler. Cemaatler arası geçimsizlik, mezhepsel farklılık, etnik köken ayrımı, hâsılı, bölük pörçükler… En büyük cami, merkezde Ahmedilerin. Sonra irili ufaklı camiler geliyor. Camilerde halı yok, çoğu derme çatma. Surinam'da devlet okullarında din eğitimi vermiyorlar. Din eğitimi ve cemaat okulu kurmak en büyük mesele. Ama bir yandan da bir araya gelip birbirlerinin yaptıkları işlere destek vermiyorlar. Gittiğimiz Hint okulunun başındaki adam bu durumdan yakınıyor ve kırsala büyük bir okul yapmak istediklerinden bahsediyor.

Bir camide sohbet ettiğimiz Endonezyalı bir kadın, iki çocuğunu Müslüman yetiştirmiş olmanın gururunu yaşıyor. Şaşırıyorum, çünkü kolayca din değiştirme, Surinam'da çok sıradan bir durum. Kim kime daha evvel ulaşırsa, o etkin oluyor bir nevi… Nitekim Müslümanlar da o veya bu sebeple bir araya gelemiyor, bir birlik kuramıyor, her yerde aynı olan kitabımız, yüzünden olsun bir kere bile beraber okunamıyor.

Ne garip, bu az gelişmiş dünyanın bütün emarelerini taşıyan ülke, İslam dünyasının da bölünüp parçalanmışlığının, hizipçiliğinin bir temsili gibi... Birleşip bir okul kuramayan, birleşip bir büyük ibadethane yapamayan Müslümanlar, bizlere ne kadar da çok benziyor. Dünyanın bir köşesinde, maceralı bir nehirle çevrelenmiş bu nemli şehir Paramaribo'da neyi paylaşamıyorsunuz demek geçiyor içimden ama kendi çok 'âlî' dertlerimiz geliyor aklıma, belki Türkiye'de diyanet diye bir kurumun olmasını ve her şeye rağmen bütün camilere girebiliyor olduğumuz gerçeğinin seküler devlet eli ile sağlandığını hatırlıyorum, susuyorum. Pek çok kimse buradaki Müslümanların ancak Türkiye liderliğinde toplanabileceğini söylüyor. Hâlbuki Türkiye'nin böyle bir ideali veya emeli yok. Bu Türkiye'nin emeli olmasa da gönüllerden geçen, belki emelimiz yok ama sırtımızda küfemiz var işte…

Türkiye ise Surinam'da ne dinî ne de siyasi bir emel üzerinden var olmak için bulunuyor, aslında tam da yapmayı bildiği en iyi şeyi, yani insani yardımı götürmek için orada. İyi niyetlerin ideallerle buluşup, hayata geçtiği alanlardan biri olan TİKA'nın Surinam'da bulunması tam da bu yüzden. Türkiye'nin Surinamlıların sağlık sistemine -hiç ayırt etmeksizin- yaptığı hibeler için oradayız. Bir ambülans, 40 bebek yatağı ve pek çok tıbbi donanım. TİKA'dan gelen ekip, Surinam devlet yetkilileri ile konuşulan her şeyi not alıyor, hemşire eğitme talebinden medikal yardım malzemesine ve diğer birçok şey.

Bir devlet hastanesindeki çocuk ve yeni doğan ünitesinin ihtiyacını karşılamak… Türkiye, kolonyal acıları ile orada duran Surinam'a insan kaynağı, altyapı desteği ve bilgi teknolojisi götürmek istiyor.

Surinam'da, Amazon'un içinde sömürgecilikten kalan tarım alanlarının otele dönmüş müştemilatlarına ekoturizmci Avrupalılar geledursun, Türkiye, bu çok dilli ve kültürlü Karayipler ülkesinin çocuklarına hastane yatağı götürmeye, insanlarını yetiştirmeye ve Müslümanlarını bir iftar sofrası etrafında birleştirmeye devam edecek.
BİZE ULAŞIN