Haşmet Babaoğlu: İyilik hayallerine değil, iyiliğe ve adalete muhtacız...

İyilik hayallerine değil, iyiliğe ve adalete muhtacız...
Giriş Tarihi: 1.11.2016 17:40 Son Güncelleme: 1.11.2016 17:46
Haşmet Babaoğlu SAYI:29Kasım 2016
Batı dünyası büyük toplumsal ütopyalardan vazgeçti ama yerine en büyük hedef olarak mutluluğu koydu. Bürokrasiler, tüketim endüstrisi, medya sürekli buna çalışıyor. Bu noktada iki önemli direniş grubu var. Biri inançlı insanlar. Çünkü onlar insan için hedefin mutluluk değil, yaratıcı'nın rızasına kavuşmak olduğunu bilirler. Diğer grup da kötümserlerdir. Onlar da mutluluk denen şeye güvenmezler.

"Biz böyle gelmiş, böyle gider" dedikçe küresel oligarşi ellerini ovuşturuyor. Hatta daha insani ve gündelik hayata yönelik bir dille söylersek, umutsuzluk kemikleştikçe kötülük derinleşiyor. Birileri de çıkıp çare olarak ütopyaları önümüze sürüyor. Günümüzdeki sıkıntılarımızı 'ütopyasızlığın yenilgisi' olarak değerlendirenler var. Doğru mu? Mecbur muyuz ütopyaya?

Bakın! Allah'tan umut kesilmez. Fakat cesaretimi kuşanıp söylemek zorundayım: Ara ara insandan umudu kesmemizde hayır vardır! Düşünsenize 20'nci yüzyılın büyük savaşları ve katliamları ütopyalara sırtını dayamıştı. Yani onca korkunç kötülük büyük iyilik tasavvurlarıyla hayata geçirilmişti. Şimdi bunu görmeyelim mi? Ütopyacıların kazandıklarını sandıkları anda nasıl 'temizlikçi' bir karakter kazanabildiğini görmezden mi gelelim? Doğrudur, muazzam bir 'umutsuzluk makinesi' çalıştırılıyor. Daha iyi, daha adil, daha güzel bir gelecek hayallerimizi ve buna olan inancımızı bastırıp bizi uyuşturan bir siyasal, kültürel, ideolojik makine bu. Neo-liberalizm çok ekmek yedi bundan. Sonuçta insanlar sebebini bilmedikleri bir endişeli ruh halinin veya ağır bir konformizmin kölesi oluyor. Toplumları da 'güvenlik manyaklığı' ve 'adaletsizliğin kaçınılmazlığı' inancı sarıyor. Bu aynı zamanda bir tür 'politik acz'dir. Fakat demode sol ütopyaların veya faşizan ütopyacı aryan arayışların bu derde deva olamadıklarını da defalarca test ettik. Siz, Stalin insanları kötülük olsun diye sistemli olarak yok etti sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. İçinde 'ruh' olmayan bir etik yalandır. At çöpe! Ütopyaları da at! O yüzden diyorum ya, insan bize umut aşılayamaz. Kendini Tanrı yerine koyan insanın hali umutsuzdur. Herkesi yanıltmaya çalışıyorlar: Umut seküler bir kavram değildir. Seküler bir hal, hiç değildir.

Genellikle kötümserliğin ayak bağı olduğuna, genel bir melankolik ruh hali yaratarak insanı durdurduğuna inanılır. Sizin de hep hafiften kötümser birisi olduğunuza dair bir izlenim almışımdır. Peki, neden kötümsersiniz, iyimser olsak fena mı olur?

Niye fena olsun! Fakat iyimserliğiniz sizi körlüğünüze karşı kör kılmamalı… Bugünlerde psikologlar 'taktik pesimizm' gibi bir şeyden bahsetmeye başladılar. Haklılar. 'Neşeli sersemler' yaratan popüler eğlence kültürüne ve insanların burnunun dibindeki felaketleri görmesini engelleyen Neo-liberalizme karşı kötümserlik bir direniş taktiğidir. Hafife almayın. Hatta işi daha basitleştireyim; kafayı başarmakla bozmuş tipler var. Onlara bazen 'onu başarsan ne olur başarmasan ne olur' demek; genel tablonun iyimser değerlendirmeye açık olmadığını söylemek hayırlıdır. Hepsini geçtim, Batı dünyası büyük toplumsal ütopyalardan vazgeçti ama yerine en büyük hedef olarak mutluluğu koydu. Bürokrasiler, tüketim endüstrisi, medya sürekli buna çalışıyor. Bu noktada iki önemli direniş grubu var. Biri inançlı insanlar. Çünkü onlar insan için hedefin mutluluk değil, Yaratıcı'nın rızasına kavuşmak olduğunu bilirler. Diğer grup da kötümserlerdir. Onlar da mutluluk denen şeye güvenmezler. Tabii kötümserlikle ilgili bir ciddi problem 'kıyametçilik'tir. O rüzgâra asla kapılmamalıdır. Esas hikâye budur.

Ütopyalar insanlık için bir zihinsel lokomotiftir; onu iyi hedeflere doğru çeker diyenler de var. Biraz naif ama dikkate değer bir bakış değil mi? Siz ne düşünüyorsunuz, bu konuda?

Lokomotifin yeryüzü düzeni değil, ilahi düzen ve ölçü olduğuna inanırım. Fakat sohbeti seküler çerçevede sürdürelim. Mesela ben ütopyacılığın ölümlülük gerçeğiyle umarsız bir kavga olduğunu düşünüyorum. Ölüm, dünya hayatının eksikli olduğunu ve hep eksik kalacağını yüzümüze çarpar. Tamamlayan ölümdür. Yani hayatını ne kadar iyi kılmaya çalışırsan çalış, yeterince iyi olmayacak; ne kadar seversen sev yeterince sevemeyecek; ne kadar adil olmaya çalışırsan çalış, adalet çaban ona ihtiyacı olanların tamamına erişemeyecektir. Ütopyacılar, kişisel çaresizliğimize toplumsal ve 'ölümsüz' bir çare ararlar. Bir tür yeryüzü cenneti inşa edeceklerine inanırlar. Şunu anlasak ne iyi olur; burada misafiriz. Sadece tek tek insanlar olarak değil, kavimler, hatta uygarlıklar olarak da misafiriz. Buralı değiliz. Bu kadar yalın! İyi ve adil olmalıyız, ütopyacı değil! Bütün kutsal kitaplar boşuna mı, kibre kapılınca, ölümsüz olduğuna inanınca yok edilen uygarlıklardan söz etmişlerdir?

BİZE ULAŞIN