Lacivert Yazı İşleri: İşçi ile işveren kardeştir

İşçi ile işveren kardeştir
Giriş Tarihi: 16.5.2016 14:35 Son Güncelleme: 16.5.2016 16:10
Lacivert Yazı İşleri SAYI:24Mayıs 2016
Dinimiz, sermaye sahibine her fırsatta bir emanetçi olduğunu, malının gerçek sahibinin Allah olduğunu, o mallarda fakirlerin de hakkı bulunduğunu hatırlatır. Müslüman bir iş adamı çalışanına yediğinden yedirip, içtiğinden içirmelidir. İşveren işçiye Allah’ın emaneti gözü ile bakmalıdır.

İşçi hakkı meselesi İslamiyet'te nasıl değerlendirilmiştir?

Mustafa Özel: İslam'a göre işçi hakları, hukuki olmaktan ziyade, ahlaki bir konudur. Adı üstünde 'hak' kavramıdır konuşulan. Dinimiz, insanlar arasındaki ilişkilerin, genelde ahlaki çerçevede yürümesini, yürütülmesini öngörmüştür çünkü ahlakın devre dışı kaldığı bir yerde, bir düzende hukuki yaptırımlar, çok fazla bir mana ifade etmez. Ahlakı devre dışı bırakan insanlar, bir biçimde, hukuku da devre dışı bırakmanın bir yolunu bulurlar.

Bu konuda nebevi öğretinin ortaya koyduğu bütün zamanları aşan evrensel ilke şudur: "İşçinin hakkını, yani emeğinin karşılığını alnının teri kurumadan veriniz!" Peygamberimiz, kıyamet gününde karşısına çıkacağı üç kişiden birinin, yanında çalıştırdığı işçiye ücretini ödemeyen işveren olacağını bildirmiştir. Yine çok meşhur hadislerinden birisinde, Allah katında duası makbul olan zatlardan birinin, aradan çok uzun zaman geçmiş olmasına rağmen, ücretini almayan işçinin parasını, onun adına çalıştırıp büyüten işveren olduğunu bildirmiştir. Başka bir hadiste işverenin işçiye vereceği ücretin bildirilmesi emredilmiştir. Bu kutlu söz, çalışanın mağdur edilmemesi için ortaya önemli bir ilke koymaktadır. İşverenin kötü niyetle, vereceği miktarı gizlemesi, belirtmemesi işçiyi mağdur edeceği için, iş daha baştan çözüme kavuşturulmuştur.

Bugün modern çalışma hayatında işçilerin en çok sıkıntı duydukları konuların başında manevi, psikolojik şartlar gelmektedir. Birçok işyerinde, büroda, fabrikada, çalışanların saygınlığı, değeri, insanlığı göz ardı edilmekte, hatta zaman zaman çiğnenmektedir. Oysa işveren de işçi de insan ve Allah'ın kulu olma noktasında eşittir, dolayısıyla hiçbir işveren işçinin onurunu, şerefini, saygınlığını, değerini zedeleyecek bir hal ve hareket içinde bulunamaz.

Kuran-ı Kerim'in insanın gücü ve kapasitesini bildiren şu ayeti, her işverenin başucu ayetlerinden biri olmalıdır: "Allah hiç kimseyi, gücünün yeteceğinden fazlasıyla yükümlü tutmaz." Bir insan işçidir diye onun bedensel ve ruhsal sağlığını bozacak iş türlerinde, iş şartlarında çalıştırılamaz. Çalışanın sağlığı, en az iş sahibinin sağlığı kadar önemlidir.

Bu konuda Buhari, Müslim gibi büyük hadis imamlarının Peygamberimizden naklettikleri şu söz, daima hatırda tutulmalıdır: "Hizmetçileriniz sizin kardeşlerinizdir. Allah onları sizin ellerinizin altına verdi, dileseydi sizi onların eli altına sokabilirdi. Kimin elinin altında bir kardeşi bulunuyorsa, ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin. Onlara kaldıramayacakları işi yüklemesin! Eğer yüklerseniz, kendilerine yardım ediniz!" Bu hadis-i şerifle ilgili birçok çıkarımda bulunulabilir. Biz sadece şuna dikkat çekelim: "İşveren ile işçi kardeştir."

Türkiye'de dindar kesimin işçi hakkına yaklaşımı din merkezli mi yoksa daha çok kapitalist piyasa koşullarına endeksli mi gelişiyor?

Melike Günyüz: Aslında sorunuza her iki tarafta da yer alan bir kadın olarak cevap vermek isterim. Üstelik de yanında kadınları çalıştıran bir kadın işveren olarak.

Sorunuz çok net fakat cevapların hiç de o kadar net olmadığı kanaatindeyim. Bütün sermaye yapınızın, finans kaynaklarınızın, tabi olduğunuz mevzuatınızın kapitalist (!) sisteme göre olduğu bir yapıda parayla ve paraya bağlı bütün parametrelerle -ki işçi hakları bunlardan birisi olan ilişkiniz sizin bireysel olarak hak kavramını anlayışınıza göre değişiyor. Bir yandan personeli asgari ücret üzerinden sigortalamak gibi yaygın bir hak ihlali varken, öte yandan kıdem tazminatı Demokles'in kılıcı gibi tepenizde asılı duruyor.

KOBİ'lerdeki çalışma şartları, kadın çalışanların hakları vb. birçok sıkıntılı alan söz konusu. Küçük ve orta ölçekli işletmeler (KOBİ) mevcut sistemde daha da küçülmeye giderken işçilerin fedakârlığı üzerinden ayakta kalmaya çalışıyorlar. Ülkemizdeki KOBİ'lerin ve KOBİ'lerdeki istihdamın rakamları ile toplam çalışma saatlerini karşılaştırdığınızda öyle 8 saat çalışmakla bu işletmeleri ayakta tutmanın mümkün olmadığını görüyorsunuz. Peki ek mesai ücreti ödemesi yapılıyor mu? Kişisel gözlemim bunun yapılmasının mümkün olmadığı yönünde. Düzenli maaş ve asgari ücret üzerinden bile olsa sigorta ödenebiliyorsa, hem işletme sahibi hem de çalışan haline şükreder durumda.

Peki bunun önüne nasıl geçilecek? Konunun o kadar çok yönü var ki… Bu sistem içinde ancak merhametliler çalışanlarına özel bazı imkânlar sağlayarak vicdanlarını rahatlatabiliyorlar. Bayramlarda ikramiye vermek gibi, ev alacağı zaman yardımda bulunmak gibi, çocuğu evlendiğinde ya da evinde bakmakla yükümlü bir hastası olduğunda ona destek olmak gibi.

Bir başka sıkıntılı alan kadın çalışanların bunu eve ek bir geçim kaynağı olarak yaptığı yönündeki yaygın yanlış kanaat. Toplumsal algının erkeğin evin esas geçimini sağlayan kişi olduğu yönünde olması ne yazık ki maaştan terfiye kadar birçok haksızlığa sebep oluyor. Daha vahimi, kadınların da bunu böyle algılaması. Oysaki ülkemizde evini tek başına geçindiren kadın sayısı hiç de az değil. Yaşlı anasına babasına bakan, tek başına ev geçindiren birçok kadın var. Konuyu cinsiyet üzerinden değil liyakat üzerinden değerlendirmek gerekiyor.

İşveren açısından bakıldığında ise şöyle bir manzara ile karşılaşıyorsunuz: Çocukların okuldan sonraki bakımı sebebiyle kadın çalışanı mesaili çalıştırmak kolay değil. Çocuklar hastalandığında, çocukların okullarında sorun çıktığında, kadın doğum yaptığında öncelikli olarak kadın çalışan izin kullanıyor. Bir erkek çalışanın "Çocuğumun bugün okuma bayramı var. İzin istiyorum oraya katılmam gerekiyor" dediğine şahit olmadım. Bu sanki annenin göreviymiş gibi algılanıyor. Hal böyle olunca öncelikler erkek çalışandan yana.

Bir yandan kadın istihdamını artırıp öte yandan okul öncesi eğitimi yarım güne düşürdüğünüzde, bir yandan kadın girişimcilerin sayısını artırmak için devlet politikaları ve teşvikleri geliştirip öte yandan çalışan kadınların çocukları için açılan beslenme etüt okullarını kapattığınızda kadın çalışan sanki bir ayağı kapıdaymış gibi fotoğraf veriyor. Ona ucuz işçi muamelesi yapılıyor. Ona yatırım yapma konusunda çekimser davranılıyor. Terfi ettirileceği zaman yeterli vakti ve enerjiyi harcayamayacağı düşünülerek cinsiyet ayrımcılığına maruz kalıyor.

Meselelerin tek başına ayrı birer olgu olarak ele alınıp çözülebileceğini düşünmüyorum. Vergi sistemini yeniden tartışmaya açmadan, eğitim politikalarını belirlerken ihtiyaç analizleri yapmadan ortaya sunulan çözümler sadece bir yama gibi duruyor.

Tam da bu noktada Müslüman işverenin imtihanı başlıyor. Adalet duygusu gelişmiş bir işveren iseniz sistemin sizi sürüklediği yöne bir set çekip vicdanınızla hareket etmeye ve elde edilen kazançta herkesin hakkı olduğunu düşünmeye başlıyorsunuz.

İşverenlerin işçi hakkına yaklaşımını nasıl değerlendirirsiniz?

İlkem Şahin: Dinimizde çalışmak ibadettir ve biz insanlara bir vazife olarak yüklenmiştir. Yani insanın kendi hayatını devam ettirmesi, çalışması, emek sarf etmesi, helal kazanç elde etmesi dinen ona yüklenmiş bir görevdir. İslam hukukunda emek, en makbul ve muteber kazanç vasıtası olarak değerlendirilmiştir. Bizim bütün ofislerimizde Necm Suresi'nin 39 ve 40'ıncı ayetleri duvarda asılıdır. Bu ayetlerde "İnsan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur. Şüphesiz onun çalışması ileride görülecektir" denmiştir. Bu bana atalarımdan, babamdan miras kalan ve tüm çalışanlarımızın da yoluna ışık olmasını istediğim çok kıymetli bir anlayıştır.

Dinimiz, sermaye sahibine her fırsatta bir emanetçi olduğunu, malının gerçek sahibinin Allah olduğunu, o mallarda fakirlerin de hakkı bulunduğunu hatırlatır. İslam işverenden, işçinin patronu değil; babası ve koruyucusu olmasını ister. Müslüman bir iş adamı çalışanına yediğinden yedirip, içtiğinden içirmelidir. İşveren işçiye Allah'ın emaneti gözü ile bakmalıdır. Ben ülkemizde dindar kesimin işçi hakkına yaklaşımının bu çerçevede olduğuna inanıyorum.

Batıda, kapitalist ilişkilerin egemenliği ve sanayi devrimiyle ortaya çıkan sınıfsal ayrımlar ve beraberinde yaşanan işçi problemleri bizim dinimizde hiç yoktur. Çünkü çalışanın ücretinin takdirinde asgari geçim seviyesi değil, çalışanın yarattığı emeğin faydası esas alınır. Elbette farklı emeğe farklı ücret ödenmesi hakkın, adaletin gereğidir ama bunun yaşam tarzlarında büyük farklılıklar oluşturması istenmez. İşte bu yüzden dinimizde çalışanların işverenler tarafından köleleştirilmesi ve işçilerin alın terlerinin ve emeklerinin sömürülmesi söz konusu değildir. Bizim tüm işlerimizde de esas olan, işi ehliyetli ve liyakatli olana teslim etmektir. Çünkü işin kendisi, bize emanettir.

Dinimizin, ilişkilerin temeline yerleştirdiği kul hakkı, bizim toplumumuzda birçok ekonomik ve sosyal dengeyi bir arada tutar. Nihayetinde Allah katında işçi de işveren de kuldur. Bu yüzden her iki taraf da birbirinin hakkını üzerine geçirmeme konusunda duyarlı davranır. Biz de tüm çalışanlarımızın emeğinin karşılığını geciktirmeden verir, onların maddi ve manevi haklarını her şeyin üzerinde tutarız. Çünkü biliriz ki, Allah hakkından sonra en önemli şey kul hakkıdır!

BİZE ULAŞIN