H.Sena Kural: Yıllarca bugüne yatırım yapmak

Yıllarca bugüne yatırım yapmak
Giriş Tarihi: 30.12.2014 16:59 Son Güncelleme: 3.2.2015 16:37
H.Sena Kural SAYI:09Ocak 2015
Lisedeyken üniversitelerin güzel sanatlar fakültelerine sorular hazırlayıp mektuplar yazarak başlamış bir resim tutkusu Serap Ekizler Sönmez’inki.

Toplumsal yönlendirmenin eksik olduğu bir dönemde babasının "Onu sen zaten hobi olarak da yaparsın" demesiyle adeta arafta kalmış. Sonrasında Marmara Üniversitesi'nde Kimya üzerine lisansını tamamlamış. Akademik eğitimine uzun bir ara verdikten sonra şimdilerde Marmara Üniversitesi'nde İslam Tarihi ve Sanatları dalında yüksek lisans yapıyor. 'Ben bu işi yapıyorum' diyebilmenin önemi onda çok büyük. "Başkalarının emekliliklerini hayal ettiği noktada ben hâlâ bir şeyleri kotarma çabası içerisindeyim ve böyle mutluyum" diyor. 90'larda atölyesine huzur bulmaya gittiği İlhami Atalay'ın bir anda öğrencisi olup ondan sürekli beslenmeye başlamış Serap Ekizler Sönmez. 94-95 yılları arasında kendi atölyesini açan ressam, kübik formlu resimler üretmeye başlamış. Geometrik desenlerin o disiplinli ve katı kurallarını kübik formda eriterek kendi kompozisyonunu oluşturmuş adeta. Birçok şeyi bir arada yapıp onları tek bir havuzda birleştirmenin gerektiğini düşünüyor. Aslında amacı; bilim adına ve sanat adına, ikisinin kesiştiği bir şeyler çıkarmak. 2003 yılından bu yana resim dersleri veren sanatçı her yıl öğrencileri ile karma sergiler hazırlıyor. Acd Sanat Merkezi, Kadıköy İrfan Vakfı ve İstanbul Tasarım Merkezi'nde resim dersleri ve pratik derslerin yanında mimari ve endüstriyel tasarıma yönelik eskiz dersleri veriyor. Duvar ressamlığı da yapan sanatçının eserleri çeşitli kurumların duvarlarını süslüyor. Birkaç yıl önce başörtüsü probleminin çözülmesiyle birlikte yüksek lisans yapma kararı almış ve bu noktaya kadar gelmiş. 'İslam Tarihi ve Mimari Eserleri' ve 'İslam Sanatı'nda Geometrik Desenler' alanlarına merak salan sanatçı, bu doğrultuda araştırmalar ve incelemeler yapıyor. Bu alanda düzenlenen uluslararası bir çalıştaya Türkiye'den tek uzman olarak katılmış olması, onun mütevazı olarak anlatmış olduğu her şeyi ve geldiği noktayı tüm gerçekliği ile gözler önüne seriyor. "Çocuğumu parka oynatmaya çıkarırken elimde Osmanlıca metinlerle kendi kendime Osmanlıca öğrendim. Ve bunu ileri düzeye taşıdım. Yüksek lisans için hocanın karşısına çıktığımda, yanımda üç yaşında çocuğum vardı, beni sürekli 'hadi gidelim, hadi gidelim' diye çekiştiriyordu… Şimdi gerçekleştirmek istediğim çok ciddi projelerim var. Tek tek envanter çalışmalarını yaparak kervansarayların analizlerini yapmayı çok istiyorum. Ciddi bir maliyeti var ve projelendirilmesi gerekiyor. Bu alanda Türkiye'de yapılmış hiçbir çalışma yok. Şunu çok iyi biliyorum ki, bu 10 yıl sonra fark edilecek ve 'ben demiştim' diyeceğim."

Sanatçı, resimlerinde kendine özgü çalışıyor. Kübizmi geometrik desenlerin içine karıştırarak kübizmin rastgele parçalanmış geometrisini daha fazla disipline almaya çalıştığını anlatıyor. Gelgitleri içerisinde bulunduran bu durumu kendi ruh halinde de fazlaca hissettiğini dillendiriyor sık sık. Bu gelgitler nedeniyle 'hallerim hayallerim' adlı bir seri hazırlamış. Ve bu şekilde kendini de anlatmak istemiş. "Hallerim hayallerim şöyle ortaya çıktı; örtülü kızlar fazlasıyla eleştiriliyor. Başörtüsünü açıyor, birileri niye açtın diyor; kapatıyor, niye düzgün kapanmadın deniliyor; ya da düzgün denilen şekilde kapandıysa, kendini heder ettin deniliyor. Benim bu, örtüm var ya da yok, bu kimseyi ilgilendirmez. Benim de günah işleyip affedilmeyi bekleme, isteme, tövbe etme lüksüm var, insanım sonuçta. Niçin bu durum dindar olan ya da olmayan her insanın bakış alanının içerisinde olsun? Neden onların gözünde 'başörtülü insan eleştirilmeli anlayışı' oluşmuş? Ben pantolonu düşük birini görmekten rahatsız oluyor muyum? Oluyorum. Ama hiçbir şey yapmıyorum. Ancak sen başörtülüysen, trafikte yaptığın küçük bir hata bile küfre konu olabiliyor. Biz bunları yaşıyoruz ve görüyoruz. O insan senin şoförlüğüne küfretmiyor, başörtüne küfrediyor." Lisans eğitiminden sonra, geçmişte yaşamış olduğu zorluklarla bugününü oluşturmuş aslında Sönmez, bunları kendini ajite etmek için değil bilinmesi gerektiğini düşündüğü için anlattığını dillendiriyor. "Lisans eğitimimden sonra, 'gelin görüşelim' diyen iş yerleri oldu telefonda. Bu konuşmalar hep iyi geçiyordu. Ki bu şirketler hep muhafazakâr bilinen şirketlerdi. Ben o dönemde çok düşündüm ve taşları yerine oturttum. Büyük bir firmaya gittim ve 'Biz daha prezantabl birini bekliyorduk' dediler. Benim laboratuvar içerisine tıkılıp bir şeyler üretmem bile 'şu görüntümle' mümkün olmadı. Ve ben çok uzun yıllar iş aradım, en sonunda öğrendim ki belediyelerde başörtülü çalışılabiliyormuş. Hiçbir şey olmazsa, artık 'telefona bakarım' demeyi bile düşündüm. En son bana muhafazakâr bir belediyeden 'aşçılık' teklif edildi. Ben o gün noktayı koydum ve artık iş aramayacağım dedim. O günü hiç unutmuyorum, ağlayarak çıktım oradan. Bunu bir lütuf saymaları insanın canını çok acıtıyor. Birçok arkadaşım da bu tarz şeyler yaşadı. Bir yerde editör olarak çalışmaya başlayan bir arkadaşıma bir süre sonra 'Tuvaleti de temizleyeceksiniz' dendi. Layık görülen şey bu! Çünkü siz başörtülüsünüz ve iş bulamazsınız. İşverenler size bunu lütfediyorlar. Türkiye'de kadınların maaşı erkeklerden daha azdır ve siz örtülüyseniz, maaşınız kesinlikle diğer kadınlardan da azdır." Öğrenmeyi reddettiği bir dönem yaşamış 28 Şubat sürecinde. Hiçbir şey yapamamanın onu bu duruma getirdiğini, rehbersiz olmanın ve takdir edilmenin çok acı olduğunu söylüyor. "Oradan tutuyorsunuz elinizde kalıyor, buradan tutuyorsunuz olmuyor. Birileri sürekli önünüze duvar örüyor. Senden ressam olmaz, senden şu olmaz diyen bir sürü insan var. Geldiğiniz nokta, acaba gerçekten benden bir şey olmaz mı oluyor. Ben ne zaman ki lisans eğitimini aldığım alanda bir şey yapmasam da olur anlayışını kırdım, o zaman biraz daha farklı yollara kaydım. Benimki biraz hırs yapıp kilitlenmek oldu aslında. Ben bu alanda emek verdim ama neden benim önüm tıkalı diye düşündüm." 28 Şubat'ın kendisinde oluşturduğu telafisiz zaman kaybı nedeniyle alışılagelmiş bir düzen ve sosyal rollerin değişimine çevresini alıştırmak güç olmuş. Çalışan kadın ve ev hanımı olmanın rol çatışmasını fazlasıyla yaşamış. Onu kimse istediği noktaya getirmediği için yolunu bulmakta fazlasıyla zorlanmış biri Serap Ekizler Sönmez. Zaman içinde enerjisinin başka yerlere dağıldığı, alan kaydırmalarının olduğu zamanlar geçirmiş ancak her şeyin yine merkezde olan şeyin etrafında gerçekleştiğini aşikâr. "Resme daha çok yoğunlaşmak istedim. Sergiler açmak istedim. Kapılar çevrildi. Olsun çevrilsin dedim. Siz bu devirde tezhip ya da ebru yapıyorsanız neredeyse kutsanıyorsunuz. Şimdi onlar çok yer buldu çünkü. Resmin çok ciddi bir yeri ve anlamı yok. Hâlâ üniversitelerde resim bölümü açalım mı açmayalım mı diye sorgulamalar var. Siz çocuklarınıza 25'inci kareden bahsediyorsunuz ve bir taraftan da resim bölümü açılsın mı açılmasın mı diye sorguluyorsunuz. Bu çok büyük ikiyüzlülük… Ve bunu takva adına yapıyorsunuz. O kadar çok hassaslaştım ki, birisi örtülü bir kız hakkında bir şey söylediği zaman, bu 'forma dayalı eleştiriye' çok kızıyorum. Bunu genellikle Müslüman kimlikli ağabeyler yapıyorlar. Ben de onlara, 'siz o imtihanı çoktan kaybettiniz, daha niye konuşuyorsunuz ki?' diyorum. Küçücük, liseye veya üniversiteye giden çocukların üstüne bu imtihanı yıktınız, bu toplumsal bir imtihandı ama onları yalnız bıraktınız." Bunca yaşanan şeye rağmen geçmişe dönüp mağdur edebiyatı yapmak yerine kendisine Allah tarafından verilen bu fırsatlara şükrettiğini söylüyor. Tabii bunları daha erken yapabilmek isterdim diye de ekliyor. Toplumun her şeyi sorgulattığı bir dönemden geçmiş sanatçı, aslında yıllarca bugüne yatırım yapmış bir isim. Sönmez'in anlattıkları ile yaşamadığım zamanları anlayabilmeye çalıştım. 'Sanatın dert olmuş hali'ni görmek mümkün kendisinde. Bu hikâyenin o dönemde yaşananlar arasından sadece bir tanesi olduğunu bilmek düşündürdü yine. Yaşanarak öğrenilen bir ders gibi adeta hepsi… 'Hikâye' dememiz de hep bu yüzden.

BİZE ULAŞIN