Beyza Hasibe Aydın: Evini sırtında bir gölge gibi taşıyanların hikâyesi

Evini sırtında bir gölge gibi taşıyanların hikâyesi
Giriş Tarihi: 16.10.2017 14:55 Son Güncelleme: 16.10.2017 14:57
Beyza Hasibe Aydın SAYI:39Ekim 2017
Kitap tavsiyelerine güvendiğim bir sahafın; “İsmi henüz pek duyulmadı ama geleceğin çok okunanlar listesine girmeye aday” diye tanımlayarak elime tutuşturduğu Kaplumbağa Gölgesi adlı hikâyesiyle tanıdım Güzide Ertürk’ü.

Yeni nesil bir yazar, henüz 32 yaşında. Lakin yüreğinin, yaşından çok çok büyük olduğunu yazdığı kitabın içine girer girmez hissetmek mümkün. Kaplumbağa Gölgesi'nden evvel yayımlanmış iki hikâye, bir de deneme kitabı var. İlk hikâyesi yayımlandığında 25 yaşında olan Ertürk; "Bir gün kendime uzaktan baktım ve karşımda sürekli yazan, bir şeyler düşünen biriyle karşılaştım. Doğrusu o kişi benim sözümü hiç dinlemiyordu" şeklinde açıklıyor yazarlığa başlama serüvenini.

Kaplumbağa Gölgesi de yazarın bu açıklamasının içini doldurur nitelikte; hayaller ve gerçekler birbirine karışmış kitapta. Gerçeklikten kopmadan, hayallerden de asla vazgeçmeden farklı bir dünya kurmuş Güzide Ertürk. İyi bir gözlemci olduğu; okuduğu, gördüğü, izlediği her detayı heybesine atıp kahramanlarını üretirken ilham kaynağı olarak kullandığı fazlasıyla hissediliyor kitabı okurken. Ivan Bilibin'in illüstrasyonlarıyla can bulan Güzel Vasilisa masalının kahramanı zayıf, gri saçlı, huysuz ihtiyar Baba Yaga etkisiyle can bulduğunu düşündüğüm bir Melina var kitapta. O huysuz görüntüsünün ardında sahip olduğu ince ruhunu, saygı duyulası vicdanını keşfediyorsunuz yazdığı mektuplarda. Evet, kitap karşılıklı mektuplaşmalar üzerine kurulmuş: Portland'da çadırda yaşayan bir evsiz ve Midilli'ye mültecilere yardım için giden Hemşire Melina arasındaki yazışmalar...

Texas'ta yaşadığı dönemde üzülerek gözlemlediği, "yardım edin" yazılı kartonlarla trafik ışıklarının dibinde sessizce bekleyen evsizleri Portland'da evinin karşısında kitapçıda oturmuş kitap okurken bulunca, evsizlere bakış açısının değiştiğini söylüyor yazar bir röportajında. Kitabının kahramanlarından olan, evsizlere kendini adayan İbrahim Mubarak'la da burada tanışıyor.

Melina'nın gerçeklerle çevrili dünyasına karşılık hayallerle kurulabilen sınırsız bir evren algısını çarpıştırıyor kitap. Esaretin Bedeli filmindeki mahkûm Andy'nin diğer mahkûmlara parmaklıkların ardında da özgür bir yaşam olabileceğine dair verdiği inancı hatırlatır türden Melina'ya yazılan mektuplar. Bir şeyleri değiştirebilmek için önce hayal kurmak sonra harekete geçmek gerek. Zaten Melina'yı tekerlekli sandalyesinden kaldırıp Midilli'ye götüren güç de tam olarak burada saklı.

Kitabın arka kapağında bahsi geçen sahipsiz dudak ilk aklıma takılan detay olmuştu. Acaba yazar, bununla neyi imgelemek istiyor diye düşünürken sayfa atladıkça sahipsiz gözler, kulaklar topladım mazgalların altında. Üsküdar, Ayvalık, Midilli, Portland gezerken bir anda patlayan bombalardan korunmak için toplanmış çocukların yanında buldum kendimi Halep'te bir sığınakta. "Yüzleri gibi hikâyeleri de yarım insanlardan haberi yoktu çocukların. İnsanların gözlerini çıkarıp neden attığını anlamıyorlardı" diyerek merakımı gideriyor Ertürk.

Kaplumbağa Gölgesi kitabı evsizlere, mültecilere bakışımızı değiştiriyor. Acıyan gözler, burkulan yürekler yerine; "Acaba bu insanların hayallerine, hayatlarına nasıl dokunabilirim" diye düşünmeye yöneltiyor insanı. En son Guguk Kuşu filmini izlerken dâhil olmuştum sürüden dışlanmış insanların hikâyelerine. Guguk kuşu metaforuyla birlikte, akıl hastanesine kapatılan küçük bir topluluğun aslında bütün dünyanın aynası olduğu gerçeğini idrak edebilmiş, dışlanan insanların arasına karışabilmiştim. Bu kez, kendine ait duvarları olmadığı için 'evsiz' dediğimiz insanların hayatına kendi dört duvarını yıkıp korkusuzca dalan Ertürk'ün peşine takılıp yaşadım bu hüzünlü macerayı. İşte bu yüzden içine girebildiğim, bütün hücrelerimde hissettiğim kitapların arasında yerini aldı Kaplumbağa Gölgesi. Yurdunu terk edip yollara düşmüş mültecilerin çığlıklarını duyamayan kulaklardan, cansız bedenlerini göremeyen gözlerden biri de bana ait sanki. Kitabı okuduğum günden beri Ertürk'ün mazgal altında karşılaştığı yarım yüzlü insanlardan biri gibiyim.

Topraklarımızda Suriyeli mültecilerin sayısının gittikçe arttığı şu günlerde, "ekonomi, nüfus, gasp, tecavüz..." gibi klasik başlıklar altında tartışmaktan sıyrılıp sanatsal bir bakışla vicdanını uyarmak isteyen herkesin okuması gereken bir kitap Kaplumbağa Gölgesi. Yurtsuzluğun acı gerçeğiyle yüzleşmeye, ağabeyi kollarında şehit olunca üç aylık bebeğini emzirip; "Seni bana Allah verdi, ben de O'na emanet ediyorum. Bebem anasız büyür de vatansız büyümez" deyip cepheye koşan Nene Hatun'u daha iyi anlamak istiyorsanız, mayıs ayında raflarda yerini almış bu tazecik kitapla buluşmak için geç kalmayın derim.

BİZE ULAŞIN