Remzi Kopar: Terk Etmeyen Sevda

Terk Etmeyen Sevda
Giriş Tarihi: 8.7.2015 14:41 Son Güncelleme: 8.7.2015 14:48
Remzi Kopar SAYI:15Temmuz-Ağustos 2015
"Bakın işte, gözyaşlarım akıyor, Nastenka. Bırakın aksın, kimseye bir zararı var mı? Nasıl olsa kurur..." Karşılıksız aşk, edebiyatçıların en çok ilgi duyduğu temalardan biridir. Birçok büyük yazarın eserlerinde işlediği bir konu olmasının yanı sıra, çoğunun kendi hayatında da böyle bir aşk hikâyesi yer almıştır. Kendine has gerilimi ve öfkesi ile edebiyatçıları hem yazmaya teşvik eden hem de zaman zaman onları yazmaktan alıkoyan çift yönlü bir etkisi vardır karşılıksız aşkın: Bazen en büyük motivasyon kaynağı olmuş, bazen de aşılması imkansız bir saplantıya dönüşmüştür.

Dünya edebiyatında bilinen en güzel karşılıksız aşk hikâyelerinden birisi, Dostoyevski'nin gençlik eserlerinden olan Beyaz Geceler'dir. Hikâyede, herkes tatile çıktığı için boş olan Petersburg sokaklarında dolaşan hayalperest bir genç, bir akşam kanal kenarında, korkuluklara yaslanmış ağlayan yalnız bir kadın görür. Biraz sonra yürümeye başlayan kadının peşine sarhoş bir adam takılır. İnsanlarla ilişki kurma sorunu olan hayalperest, kendisini takip eden adamdan korkan ve adımlarını hızlandıran kadını korumak için yanına gider. Adam takibi bırakır, hayalperest ve sonradan isminin Nastenka olduğunu öğreneceğimiz genç kız böylece tanışmış olurlar. Nastenka, o sıralarda Moskova'da olan bir delikanlıyla nişanlıdır. Hayalperest, Nastenka'ya âşık olur. Genç kız ise dost olabileceklerini ancak sevgili olamayacaklarını açıkça söyler. Hayalperest yine de ümidini yitirmez ve birkaç kez iki dost olarak görüşürler. Bu görüşmelerin hikâyesi olan Beyaz Geceler, Nastenka'nın nişanlısının geri dönmesiyle sonlanır. Aşkına karşılık bulamayan hayalperest âşık ise sevdiği kızla geçirdiği o mutlu anların hayaliyle avunur. Hikâye şu cümlelerle biter: "Ulu Tanrım! O ne uzun, mutlu bir andı! Bir insana böyle bir an yaşam boyu yetmez mi?"

Edebiyatçıların gerçek karşılıksız aşk hikâyeleri ise çoğunlukla ölümlerinin ardından, yazdıkları mektuplarda ortaya çıkar. Şiirimizin en güçlü, en kendine has isimlerinden olan Ahmed Arif'in Leylâ Erbil'e olan aşkı gibi. Yıllar sonra Mektup Aşkları adlı bir roman da yazacak olan Erbil, Arif'in uzun yıllar süren aşkına karşılık vermemiştir. Ahmed Arif'in yer yer çılgın bir âşık, yer yer sadık bir dost olarak yazdığı mektuplar, 2013 yılında, Leyla Erbil'in ölümünün ardından Leylim Leylim ismiyle kitaplaştırıldı. Kitap, Ahmed Arif'in 1954-1959 arası yazdığı onlarca ve 1977'de yazdığı son bir mektuptan oluşuyor. Leylâ Erbil'in yazdığı mektuplar ise bulunamadığı için kitaba dâhil edilememiş.

Çeşitli siyasi davalardan yargılanan ve yıllarca hapis yatan, uzun yıllar hiçbir reklamı yapılmayan tek şiir kitabı 60'ın üzerinde baskı yapan ve 'halkın şairi', 'Anadolu'nun şairi' olarak anılan Ahmed Arif'in 27-30 yaşlarında yazdığı mektuplar, yazıldıkları dönemin entelektüel ortamını, Ahmed Arif'in sürgün günlerini, yaşadığı siyasi baskıyı, iç dünyasını ve en çok da aşkını tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. "Her neysem, şair, usta, mahpus, sürgün, acemi, yiğit ya da korkak, seninle değerlendirebilirim. Seviyorsam, sen olduğun içindir. Utanıyorsam, senden utanabilirim ancak. Yiğitsem, seninle yiğit olunur elbet. Korkuyorsam, sensizliğin korkusudur bu. Daha ne canım kızım?"

Sanki Ahmed Arif şiirlerinin devamıymış hissi veren bu lirik mektuplar, körkütük sarhoş bir şairin aşkını itiraf edişini, ümitle bekleyişini, kurduğu hayalleri içeriyor. Mektuplarda, daha sonradan değiştirerek kitabına aldığı pek çok şiirinin ilk halleri de mevcut. Dolayısıyla bu mektuplar Ahmed Arif şiirlerinin oluşum sürecini de görmemizi sağlıyor.

Ahmed Arif, karşılık alamadığı aşkını sık sık gündeme getiriyor ve her defasında ümidini yitirmeden, Leyla Erbil'i rahatsız etmekten de korkarak, kurduğu hayallerden bahsettiği mektuplarında kadın-erkek ilişkilerine ve aşka dair yorumlar da yapıyor. "Leylim! Acı mı, mutluluk mu, kader mi, inanılmaz bir ilk olgu mu, sevda, dostluk, ayrılık mı her neyse alnımda senin yazın var. Elinin tersiyle kestirip atar mısın ya da merhametli bir erdem, bir içgüdüyle sadece susar mısın, bilmek isterim. Bilinmez, Freud Baba bile bilemedi, her kadında bir Kleopatra damarı vardır. Her erkekte de bir Sezar ahmaklığı..."

Beyaz Geceler'de Nastenka, yazdığı son mektupta sevgilisiyle evlenmek üzere olduğunu söyler. Bunun üzerine, oturduğu ev genç âşığın gözünde bir anda tüm rengini yitirir. "Odam da aynı hizmetçim gibi köhne bir havaya bürünmüştü. Duvarlar, döşemeler soluklaşmış, eşyalar rengini atmıştı. Her taraftan örümcek ağları sarkıyordu." Ahmed Arif'in mektuplarında da, genç şairin zaman geçtikçe artık iyice aşkından ümidinin kesilişi ve bunun mektuplara yansıması fark ediliyor. 1957 yılında mektupların bazılarında tarihin altına yazıldığı yeri belirtmek için 'cehennem' ifadesini ekliyor. Dostoyevski'nin hikâyesindeki gibi, genç şair yaşadığı çevreyi artık daha köhne, olduğundan daha renksiz görmeye başlıyor. Ancak Dostoyevski'de de Ahmed Arif'te de, bu karşılık bulamayan aşk, sevgiliye karşı bir küskünlüğe ya da öfkeye neden olmuyor. Beyaz Geceler'in sonunda genç aşığın şu cümlelerini okuyoruz: "Ama sana kin bağlamak mı, Nastenka?... Tertemiz, pırıl pırıl mutluluğuna gölge düşürmek mi? Acı sitemlerimle seni kederlendirip gizli azaplar vererek, en mutlu anlarında yüreğinin acıyla çarpmasını ister miyim? Gelin olduğun gün, onunla birlikte yürürken siyah saçlarını süslediğin narin çiçeklerden tekini bile soldurabilir miyim? Bunları ben mi yapacağım, Nastenka? Asla, asla!" Ahmed Arif de, birçok yerde benzer ifadeleri daha 'yerli' bir üslupla kullanıyor: "Ulan, aşkından kebap olduğuma yanmam, bir de grip oldum be! Sal nezleni de Ahmet'ine! Gelen, senden gelsin yeter ki! Az mutluluk mu, bulunur şeref mi seni sevmek?"

Dostoyevski'nin hikâyesinde de, Ahmed Arif'in mektuplarında da, aynı duygunun farklı biçimlerde ifade edilişini, ne olursa olsun gerçek âşığı terk etmeyen ve âşığın da terk etmek istemediği o karşılıksız sevdayı göreceksiniz.
BİZE ULAŞIN