Nagihan Haliloğlu: Anarşist bayanın el kitabı: Virginia Woolf’un Üç Gine’si

Anarşist bayanın el kitabı: Virginia Woolf’un Üç Gine’si
Giriş Tarihi: 2.10.2014 22:55 Son Güncelleme: 9.10.2014 12:44
Nagihan Haliloğlu SAYI:06Ekim 2014
Ben koleje gidip tarih, siyaset, ekonomi okuyabilmiş, okul kütüphanelerine girebilmiş değilim bayım, bu yüzden kendi kütüphanemdeki biyografilerle yetinmek zorundayım! Virginia Woolf'un Üç Gine adlı eseri kapitalizmin, faşizmin ve savaş yandaşı akademinin (peki tamam, aynı zamanda pederşahiliğin) ipliğini pazara çıkaran ve bu karanlık güçlerle nasıl savaşabileceğimizi anlatan bir kitap. 1937 yılında yazılmış ama okuyunca göreceğiniz gibi güncelliğini muhafaza eden, hatta 'Yahu hâlâ daha burada mıyız?' dedirten bir deneme. Kitap ismini günümüzde yürürlükten kalkmış olan İngiliz para birimi gine'den alıyor. Woolf bize "Bir ginemiz olsa, hangi önemli 'dava' için harcamalıyız?" diye soruyor. Kendisinden yardım isteyen üç kurumun yukarıdaki 'karanlık' temellerini bir güzel ortaya çıkarıp sonunda hiçbirisine para vermemenin daha hayırlı olacağını söylüyor. "Bir gineniz varsa bu kurumlara bir kibrit hediye edin, yakıp yıkıp yerlerine daha adaletlilerini, daha insanilerini kursunlar" diyor Woolf.

Woolf kitap boyunca kadınları güce eklemlenmek ve bunun sonucunda güçlünün karşısında hakikati bağırmaktan vazgeçme gafilliğine düşmek konusunda uyarıyor. Feminist bir yazar olarak bilinen Woolf'un asıl peşinde olduğu şey, İngiltere'de güç denklemlerine cinsiyetleri yüzünden tam eklemlenememiş kadınların radikal sosyal değişiklikler getirebilecek 'bağımsız' bir güç olma potansiyelleri. Kitapta bir yandan bu potansiyele vurgu yaparken, bir yandan da bunu ima eden erkeklere çıkışıyor: "Yüzyıllar boyunca güçten mahrum bırakılmış bir topluluğun birdenbire bir devrim yapmasını beklemek onlara gerçekten doğaüstü güçler atfetmek manasına gelir bayım!"

Her cümlesi ayrı bir eleştiri, ayrı bir nükte taşıyan metin, Woolf'a gönderilmiş üç tane yardım isteyen mektup ve gönderen kurumunun 'yapım-sökümü' üzerine kurulu. "3 senedir mektubunuza cevap veremediğim için çok üzgünüm bayım" diye başlıyor kitap. Sonra da beyefendinin meşru gibi görünen isteğinin gayri-meşruluğunu ortaya çıkararak devam ediyor. Beyefendi Woolf'a, yakın gelecekte başlaması beklenen II. Dünya Savaşı'nı kastederek "Sizce savaşı nasıl durdurabiliriz?" diye soruyor. "Söze nereden başlasam ki?" diyor Woolf mealen, sonra da ekliyor: "Bu gerçekten fevkalade bir mektup, belki de insanların mektuplaşma tarihinde bir ilk. Ne zamandan beri eğitimli bir erkek bir kadına savaşın nasıl durdurulabileceği hakkındaki görüşünü soruyor?" Bir pasifist olan ve vicdani retçi birçok arkadaşa sahip Woolf'un elbette bu konuda bir görüşü var. Savaşın nasıl önlenebileceği Woolf'un gözlemlediği diğer pek çok şeyle o kadar yakından ilgili ki, bir kitaba sığdırabileceği kadarıyla, görünüşte bu beyefendiye hitaben ama 'siz' derken hepimize seslenerek bu karanlık sistemden, özelikle faşizmin ev, eğitim ve iş dünyalarına fark edilmeyen şekillerde nasıl sızmış olduğundan bahsediyor.

Woolf beyefendiye ilk önce bu soruyu nasıl imtiyazlı bir noktadan sorduğunu anlatıyor. Beyefendi o kadar imtiyazlı ki, "Aynı şeye baksak da farklı şeyler görüyoruz" diyor Woolf. Okuma, çalışma ve siyasi hakları kısıtlı, üniversite eğitimi almamış bir birey, bir kadın olarak beyefendiyi neredeyse duyamadığını, anlayamadığını söylüyor. "Bu mektubu cevaplayacağım ama aramızdaki bu farklardan dolayı korkarım ki birbirimizi anlayamayacağız. İkimiz iki yabancı medeniyet kadar farklı diller konuşuyoruz bayım!" Tabi bu 'anlaşamama endişesi' Woolf'un toplumun erkekleri nasıl ömürleri boyunca savaş için hazırladığını anlatmasına engel olmuyor. Bilek ve para gücü kadınlardan çok daha fazla olan bir grup, gayretlerini sürekli savaşa sarf ediyorsa, kadınlar savaşın durdurulması için ne yapabilir ki?

Woolf, mektubu bu kadar uzun süre cevapsız bırakmasının dil uyuşmazlığı dışında bir sebebinin de cevap bekleyen başka mektuplar olduğunu söylüyor. Woolf'un cevaplandırmada 'sıkıntı' çektiği, daha doğrusu cevabını bir mektuba sığdırmakta sıkıntı çektiği ikinci mektup bir kadın kolejinin hanım sekreterinden geliyor. İngiltere'nin 13'üncü yüzyılda kurulan üniversitelerinde 19'uncu yüzyıla gelindiğinde kadınlar da okuma talebinde bulunurlar. Erkek öğrenciler ve profesörlerin sert tepkisiyle karşılaşan bu talep -ki Woolf bu düşmanlığa dair birçok örnek vermektedir- kadınların kendi paralarıyla Oxford ve Cambridge şehirlerinde evler satın alıp, kolej olarak 'işletmeleri'yle devam eder. Kadın hocalar dışında öngörülü bazı erkek profesörlerin de gelip ders verdiği ve üniversitenin müfredatını takip eden bu kolejler ancak 1948 yılında üniversitenin resmi bir parçası olmaya 'hak kazanırlar'. Woolf'un yazdığı yıllarda hâlâ bu 'hak mücadelesi' içinde olan kadın kolejleri, yine Woolf'un detaylarıyla anlattığı gibi çok fakirdirler ve bu yüzden Woolf gibi ünlü isimlerden yardım beklemektedirler.

Eğitimli beyefendiye savaşın önlenmesi için elinden geleni yapacağına dair söz veren Woolf, hanım sekretere de elindeki bir gineyi sadece tamir edilen kolejde 'savaştan nefret etmeyi' öğretirlerse verebileceğini söylemektedir. Peki savaştan nefret etmeyi öğretecek bir kolej nasıl bir kolejdir? Woolf burada biraz soluklanıp İngiltere'nin o iki ünlü üniversitesi Oxford ve Cambridge'in eğitimli adam kızlarına kapalı olan kapılarıyla, eğitimli adam oğullarına göründüğünden ne kadar farklı göründüğünden bahseder, dümeni bilmeden Türkiye'ye çevirerek. "Arada öyle bir fark var ki bayım! Siz o tarihi Oxford ve Cambridge binalarına baktığınızda eski okulunuzu, birçok güzel geleneği görürken, biz kadınlar soğuktan beklemekten kızarmış burunlarımızı ve suratlarımıza kapanan kapıları görüyoruz." Türkçesi: Siz 90'larda Beyazıt tramvay durağından Süleymaniye Camii'ne yürüyen bir kadının neler gördüğünü ve hissettiğini bilebilir misiniz bayım?

Nedir, diye sorar Woolf, şu üniversite eğitimi dediğimiz, insanı üç senede dönüştürdüğüne inandığımız, mezunların isimlerinin yanına bazı harfler eklemesini sağlayan şey? Ayrıca elimizde bu simyanın şimdiye kadar erkekleri savaş karşıtı yaptığına dair bir delil var mı? Buna da cevap elbette 'hayır'dır, elde olan üniversite sisteminin ürünleri olan erkeklerin yönettiği İngiltere'nin her sene savaş için milyonlarca pound para harcadığıdır. O zaman sayın hanım sekreter hangi yüzle Cambridge'e eklemlenmeyi ümit eden bir kolej için Woolf'tan para istemektedir? Eğer Woolf hem birinci hem de ikinci mektuba olumlu bir cevap vermek istiyorsa, eğitimli beyefendinin savaşı durdurma çağrısını dikkate alacaksa, erkek kolejinin bir kopyası olan kadın kolejine vereceği bir gineyle hanım sekreter bir kibrit almalı, koleji ateşe vermeli, sonra da etrafında 'bu eski eğitim yöntemiyle işimiz yok!' diye şarkılar söyleyerek dans etmelidir. Woolf, rekabeti körükleyen ve insanı para canlısı ve bencil yapan bu eğitim sisteminin savaş taraftarlığını körüklediğini ve öğrencileri savaş taraftarı yapan her türlü eğitim sistemi ve prensibinin boykot edilmesi gerektiğini anlatmaktadır. Barışın bir erdem olarak öğretileceği okul ancak bu eski eğitimden kurtulduktan sonra kurulabilir.

Woolf kadın kolejini yakıp yeni, hiçbir sınıf, cinsiyet ve ırk ayrımı yapmayan prensipler üzerine yeniden inşa ettikten sonra, bu sefer kadınların istihdamı meselesine girer. Çünkü önünde duran üçüncü mektup 'eğitimli kadınların istihdam edilmesine yardım eden bir kuruluş' tarafından yollanmıştır. Görünen o ki diplomaları 'tanınmamış' kolejlerden mezun bayanlar iş bulmakta sıkıntı çekmektedir. Evet sevgili okuyucu, 1930'lar İngiltere'sinde yazan Woolf sürekli Türkiye karasularında dolanmaktadır. Niçin, diye sorar Woolf, kuruluşun çok saygıdeğer hanım sekreterine, siz kadınlar hâlâ daha bu kadar fakirsiniz? Okudunuz, bazılarınız meslek sahibi oldu ve hâlâ diğer kadınlara bu konuda yardım etmekten acizsiniz. Zamanın fantastik roman yazarı H. G. Wells'in devletin o zamanki düşmanlarına atıfta bulunarak sorduğu fantastik bir soruyu da sorar hanım sekretere: "Neden özgürlüklerinizi kısıtlayan Faşistler ve Nazilere karşı savaşmak için bir kadın hareketi oluşturmadınız?" Evet, kadınlar vakitlerini okul ve istihdam istedikleri gösterilerde harcamaktan, zamanlarının en baskıcı yönetimleriyle savaşmaya vakit bulamamaktadırlar. Ve bu noktada Woolf'un anarşist ruhu ikinci salvoyu yapar: "Beyefendi haklı! Savaşı durdurmak için bir şey yapmış olduğunuz söylenemez. Bu yüzden size vereceğim bir gineyle bir kibrit alın ve işe yaramayan kuruluşunuzu yakıp yıkın ve içinde pişirdiklerinizi yemeye fırsat bulabileceğiniz şüpheli olan o mutfaklara geri dönün!"

Woolf kitapta biyografilerden edindiği bilgiler ışığında -Ben koleje gidip tarih, siyaset, ekonomi okuyabilmiş, okul kütüphanelerine girebilmiş değilim bayım, bu yüzden kendi kütüphanemdeki biyografilerle yetinmek zorundayım!- 1930'lara gelinene kadar kadınların ne gibi işlerden para kazandığından bahseder. Woolf dümenini burada yine sert bir şekilde Türkiye'ye doğru kırar. 'Eğitimli adamın kızı' dediği, tarlada ve fabrikada çalışmayan ve bu yüzden siyasi ve ekonomik güçleri çok daha az olan bu kadınlar, mürebbiye ya da (çoğunlukla erkek müstearlar kullanarak -bakınız George Eliot-) yazar olarak para kazanmışlardır. "Bugün o üzerine şiirler yazdığınız 'evdeki melek' olarak kategorize ettiğiniz ev kadınlığı işimizi bıraksak, İngiltere'nin ruhu duyar mı? Ama yemeğiniz için mecbur olduğunuz tarladaki kadınlar veya orduya silah imal eden fabrikada çalışan kadınlar işi bıraksa, hükümet belki savaş hakkında bir kere daha düşünür" der. Yani Woolf gibi 'mürekkep yalamış' ama sonunda eve tıkılmış orta sınıf eğitimli kadınlar 'etki'leri en düşük sınıftır. Burada Woolf İngiliz sınıf sistemine dikkat çekmektedir. Saygıdeğer beyefendi savaşın önlenmesi için yardım istediği bu mektubu asıl güce sahip olan işçi sınıfı kadınlarına yazması gerekirken yine kendi sınıfından bir bayana, bir eğitimli adam kızına yazmayı tercih etmiştir.

Woolf, eğitimli adam kızlarının sıkıştığı imkânsızlıklarla dolu hâli Sophia Jex-Blake örneği üzerinden anlatır. Sophia'nın ailesinde kardeşinin en iyi İngiliz liselerinden birine gidebilmesi için para biriktirilmekte ve her şeyden tasarruf edilmektedir. Seyahat etmek için hemen hemen hiç parası kalmayan Sophia bir gün babasına parayla özel ders vermek istediğini söyler. Baba dehşete düşer ve "Sevgili Sophia, ilmini böyle paylaşmak istemen çok şerefli bir duruş elbette ama bunun için para almak çok alçaltıcı bir hareket olmaz mı?" diye sorar. Woolf bu anekdotu alıntıladıktan sonra mesleklerini yapabilmek için yıllarca okumuş erkeklerin eğitimlerinin sonunda ilimlerini hiç de 'alçalmış' hissetmek zorunda kalmadan para karşılığı paylaştıklarını hatırlatır bizlere.

Woolf'un metni eğitim ve çalışma hayatının kadınlara da açılması gerektiğini vurgular, evet, ama bu vurgunun hemen beraberinde insanların rekabet ve hasislikten uzak durması gerektiği uyarısı vardır. Herkes ancak ihtiyacı olduğu kadar kazanmalı, fazla müşteriyi diğer meslektaşlarına yollamalıdır. Buradaki mantık sadece gelirin eşit bir şekilde dağılması değil, aynı zamanda meslek sahibi insanların iş yoğunluğunda boğulup insanlıktan çıkmalarını önlemektir. Kitabın sırf kadınlar için değil erkekler için de daha insani bir hayat istediğinin en güzel kanıtı Woolf'un kilise, tıp ve hukuk alanlarında önde gelen erkek figürlerin biyografilerinden yaptığı alıntılardır. Kendilerini kapitalizmin çarkına kaptırmış bu erkekler eşleri ve çocuklarının yüzlerini görememekten, doğanın her sene düzenlediği o bahar şöleninin farkına varıp ağaçların halden hale girmesini seyredememekten yakınmaktadır. Bu yüzden Üç Gine hem kadınlar hem de erkekler için bir sistemi sorgulama ve sistemden korunma kitabıdır.
BİZE ULAŞIN