Samed Karagöz: Sanat pusulamız nereyi gösteriyor?

Sanat pusulamız nereyi gösteriyor?
Giriş Tarihi: 2.12.2015 13:37 Son Güncelleme: 14.12.2015 12:01
Samed Karagöz SAYI:19Aralık 2015
Söyleşiden sonra “Avrupa bölümünde övgüyle söz ettiğiniz Kutluğ Ataman Türkiye’deki Pusula bölümünde niçin yok?” diye sorduğumda Alıstaır Hıcks’in yüzündeki şaşkınlığı ifade etmek hayli zor. Tam o sırada yanımıza gelenler Hıcks’in imdadına yetiştiler. Alistair Hicks adını ilk kez, geçtiğimiz aylarda bir kitabevinin vitrininde The Global Art Compass - New Directions in 21st Century Art Küresel Sanat Pusulası - 21. Yüzyıl Sanatında Yeni Yönelimler isimli kitabın kapağında gördüm. Thames&Hudson yayınevi tarafından neşredilen kitabın yayım tarihi 2014. Kitabı incelerken Hicks'in dünyanın en büyük sanat koleksiyonlarından biri olan Deutsche Bank Sanat Koleksiyonu'nun baş küratörlüğünü de yaptığını öğrenince kitaba olan ilgim arttı.

Hemen kitabı alıp karıştırmaya başladım, karşıma batı, güney, doğu ve kuzey olmak üzere dört bölüm çıktı. Batı yani Kuzey ve Güney Amerika kıtaları. Güney; Afrika ve Ortadoğu. Doğu; Asya. Kuzey; Avrupa. Tam da bir pusulanın göstermesi gereken bütün yönlerin kitapta olduğunu düşünüyorum ve bu pusulanın izinde yolculuğa başlıyorum.

Geniş bir önsöz. Sanatla ilk tanışıklığı, daha 17 yaşındayken Berlin'de Nefertiti'yi ilk kez görmesi ile aşık oluşu ve yavaş yavaş sanatla hem hal olması… Kitap, yazarın sanat hakkında olumlu ve olumsuz keşifleri üzerine kurulu. Küratörlük yaparken işi gereği yaptığı seyahatler bu keşiflerin temelini oluşturmuş. Olumlu olumsuz pek çok örneğe yer vermiş, koleksiyonerler için de bir önerisi var: "Yeni fikirlere ve duyumlara açık olmadan iyi bir koleksiyoner olmak mümkün değil, ama öğrenmesi en zor derslerden biri nasıl hayır diyeceğini bilmek."

Kitabı incelerken Türkiye'den hangi sanatçılara hangi bölümde yer verdiğine özellikle dikkat etmeye çalıştım, malum, Edirne'nin ötesinde tanınan fazla sanatçımız yok.

Türkiye'den üç kişiye yer verilmiş: Orhan Pamuk, Nilbar Güreş ve Kutluğ Ataman. Peki, nasıl yer almışlar? Orhan Pamuk, İngiliz sanatçı Mike Nelson İstanbul'a 19 yaşındayken yaptığı bir seyahati anlatırken kendisinin Beyaz Kale romanından yaptığı bir alıntıyla kitapta yer alıyor.

Nilbar Güreş ise Avustralyalı sanatçı Sally Smart'la bir mukayese üzerinden yer buluyor. İki sanatçının birbirine pek çok benzer yanları var. Kolaj ve desenlerle erkek egemenliğin zincirlerini kırıyorlar. Çalışmaların çoğu performans sonuçları.

Ve son olarak Kutluğ Ataman müstakil ve başka bir sanatçıyla bağdaştırılmadan ele alınıyor. Kitapta, Ataman'ın çalışmalarından büyük bir övgüyle bahsediliyor, "Ataman kaçışa, hayatımızı değiştirmeye inanma ihtiyacımıza ışık tutar" deniliyor.

Yukarıda bahsettiğim bu kitabın geçtiğimiz günlerde Yapı Kredi Yayınları (YKY) tarafından Türkçesi neşredildi. Yaptığım Türkçe alıntılar da oradan. Sadece tercüme edilmekle kalınmamış kitaba bir de 'Türkiye'deki Pusula' isimli özel bir bölüm eklenmiş. Geçtiğimiz ay, Alistair Hicks kitabının yeni edisyonunun tanıtımı ve bazı söyleşiler için Türkiye'deydi. YKY tarafından düzenlenen toplantıda kendisiyle tanışma imkânı buldum ve söyleşinin hemen öncesinde bu yeni bölüme göz atma imkânım oldu. Özellikle bu yeni bölümde Kutluğ Ataman'dan nasıl bahsedildiğini özellikle merak ediyordum. (Merakımın nedenini birazdan daha detaylı bir şekilde açıklamaya çalışacağım.) Okuduklarım karşısında büyük şaşkınlık yaşadım. Daha doğrusu okuyamadıklarım karşısında. Alistair Hicks şöyle diyordu: "Siyasi hal ve sanat dünyası özlemi Türkiye'den bir beyin göçü yaşanmasına neden oluyor. Sarkis ve Nil Yalter hayatlarının büyük çoğunluğunu Paris'te geçirmişler ve yeni kuşaklar da çoğunlukla yurtdışında epey vakit geçiriyorlar… Aslı Çavuşoğlu hükümetin kısıtlamalarına isyan etmediği zamanlarda sürekli seyahat halinde ve hatta son zamanlarda rejimi destekleyen çıkışlarıyla akılda kalan Kutluğ Ataman bile genelde zamanını ülke dışında geçiriyor."

Daha birkaç sayfa önce Avrupa sanatından bahsederken iki sayfa yer verdiği Ataman'dan rejimi destekleyen (YKY kitabın yeni edisyonunun İngilizcesini de eş zamanlı olarak yayımladığı için rejim kelimesinin yazarın tercihi olduğu açıkça görülebiliyor) gibi basit ve Ortadoğu'daki diktatöryel rejimleri çağrıştırır bir şekilde bahsetmesinin alt metnini okumak hiç de zor değil. Ama sanat dünyasıyla özel olarak ilgilenmeyenler için Kutluğ Ataman'ın niçin yok sayıldığına değinmek gerekiyor. Böylelikle bu yazının son zamanlarda çeşitli mecralarda bahsedilen 'kültürel iktidar'ın nasıl bir şey olduğuna dair çizilecek çerçeveye faydası olabilir.

İki sayı öncesinde bu dergide çıkan röportajı zaten bir çoğunuzun okumuş olduğunu düşünerek oradan alıntılar yapmak yerine IAN.Chronicle'ın (Istanbul Art News Gazetesi'nin eki olan dergi) Temmuz/Ağustos 2015'te verdiği röportajdan bazı alıntılar yapacağım.

"…Eski Türkiye - Yeni Türkiye paradigmasına inanıyorum… Türkiye'de İKSV var zannediyorduk, Koç var zannediyorduk ama Gezi olaylarında bir devlet sansüründen çok daha sert bir sansürü bu kurumlar yoluyla yaşadığım için ben sansürün sadece artık devlete ya da özele ait olduğunu düşünmüyorum. (…) Fransa'da sergi açacağım zaman kendimi sergi komitesinin önünde buldum, 30-35 kişinin oturduğu bir masada… Sergi için yapacağım büyük yerleştirmenin içeriği hakkında bilgi talep ettiler. "Politik içeriği olacak mı olmayacak mı?" gibi sorularla karşılaştım. Tabii sadece Türkiye'de olmuyor böyle şeyler. Anglo-sakson olmayan başka ülkelerin hepsinde bu var. Bürokrasi destek veriyorsa riskten çekiniyor."

Kutluğ Ataman'ın Gezi kalkışması esnasında yapılanlara yüksek sesle eleştiriler getirdiği için Koç Grubu tarafından sponsorluk anlaşmasının iptal edildiğini hatırlamakta fayda var. Şimdi aynı Koç Grubu'nun bünyesinde yer alan Yapı Kredi Bankası'na bağlı Yapı Kredi Yayınları'nın yayımlandığı bu kitapta Ataman yok sayılıyor.

Söyleşi esnasında bu düşünceler kafamın bir yerinde dururken bir yandan da bu yılki Venedik Bienali'nde Ermenistan Pavyonu'nda yer alan Hera Büyüktaşçıyan'la yaptığı konuşmayı dinliyordum. Söyleşi sonrası âdet olduğu üzere "sorusu olan var mı?" diye sorulduğunda da sessiz kalmayı sürdürüyorum, çünkü kitabımı imzalatırken yazara aklımdakileri sormayı planlıyorum.

Söyleşiden sonra Hicks'in yanına gidip, "Avrupa bölümünde övgüyle söz ettiğiniz Kutluğ Ataman Türkiye'deki Pusula bölümünde niçin yok?" diye sorduğumda Alistair Hicks'in yüzündeki şaşkınlığı ifade etmek hayli zor. Tam o sırada yanımıza gelenler Hicks'in imdadına yetişiyorlar, konu değişiyor. Bir müddet sonra tekrar baş başa kaldığımızda kaçacak yeri olmadığını anlayan Hicks, Ataman'a defalarca ulaşmaya çalıştığını ama kendisinin onunla görüşmek istemediği manasını çıkardığını, bu yüzden kitabın Türkiye'yle ilgili bölümünde yer almadığını söylüyor. Yazdığı yeni bölüme söyleşi esnasında göz attığım için bu söylediği bir an için inandırıcı geliyor. Çünkü yazar bahsettiği sanatçıları atölyelerinde veya başka bir ortamda ziyaret edip izlenimlerini de aktarıyor. "Peki, Orhan Pamuk'la ilgili de benzer bir yaklaşımda bulunmanız gerekmez miydi Bay Hicks?" diye sorduğumda geç kaldığını söyleyip müsaade istiyor.

Alistair Hicks'in 'Türkiye'deki Pusula' bölümünde anlattığı diğer sanatçılar bu konuda ne düşünüyorlar tam olarak bilemiyorum ama sanata bu kadar ideolojik yaklaşılan bir kitapta yer almanın eserlerine/işlerine gölge düşürmesi muhtemel. Bugün bu tarz yerleştirmeler ideolojik müdahaleler olarak algılanmıyor ama umarım ki, bu yanlı anlatımlar, zaman içinde meselelere belli kesimlerin hassasiyetleri dışında bakabilecek küratörlerin, sanat eleştirmenlerinin dikkatini çekecektir.

SAMED KARAGÖZ KİMDİR?
TRT World'de kültür sanat editörü.

BİZE ULAŞIN