Sinay Avşar: Erkekliğin yaralı anlatısı

Erkekliğin yaralı anlatısı
Giriş Tarihi: 7.12.2016 10:17 Son Güncelleme: 7.12.2016 10:17
Sinay Avşar SAYI:30Aralık 2016
Yapılan araştırmalarda erkeklerin kendilerini bizzat tanımladığı cümlelere dikkat edilirse, anlatılardaki erkek olmaya dair ilk tanım güçlü olmayı içeriyor. Keza bu gücü elinde bulundurma beklentisi erkeği bir hayli zorlar ve güce ulaşmak hep bir mücadeleyi zorunlu kılar. Devamında ise var olma sorunu görülür…

Her şeyin zıttı ile kaim olduğu dünyada insana dair ilk ayrım cinsiyet üzerinden gerçekleşir. Daha dünyaya teşrif etmeden kız çocuğu mu, erkek çocuğu mu diye bir ayrıma tabi oluruz. Anne karnından başlayan biyolojiye dayanan bu ayrım, kadın ve erkek cinsiyeti üzerinden toplumun yapısını şekillendirir. Sadece doğuştan bahşedilen biyolojik cinsiyetimizle 'ben kadınım' veya 'ben erkeğim' diye tanımlanmak, hayatın içerisinde de 'erkek' ve 'kadın' olmamıza yetmez. Bu sebeple toplum tarafından kadınlığa ve erkekliğe dayatılan rolleri kazanmak, kadın olmanın da erkek olmanın da dolayımlı yönüne bakmak, yani oğlan çocuğun 'erkek', kız çocuğun ise 'kadın' olarak yetiştiği toplumsallaşma süreçlerine bakmak gerekir.

Erkek ve kadın olma durumu biyolojik cinsiyete işaret ederken, erkeklik ve kadınlık durumu biyolojik cinsiyetle birlikte toplumsal cinsiyete işaret eder. Diğer bir deyişle toplumun kadına ve erkeğe yüklediği rolleri ifade eder; toplumun bizi nasıl algıladığı ve bizden nasıl davranmamız gerektiğine dair işaretleri içerir. Toplumsal cinsiyet rollerinin tersine çevrilmesiyle görünür kılınan bu işaretler aynı zamanda toplumsal sınırlamaları ne denli içselleştirdiğimizi gösterir. Dolayısıyla içine doğduğumuz toplumsal formasyonda bizi kadın olmaya ve erkek olmaya dair yönelten kodlar kimliğimizi şekillendirir. Örneğin erkek çocuğuna genellikle güçlü, sert, korkusuz, girişken, cesur, hakkını kullanan, dışa dönük, mücadeleci, duygularını gizleyen ve yönetme, hatta kavga edebilme potansiyeli olan gibi özellikler aktarılırken; kız çocuğuna ise nazik, sessiz, hassas, içe dönük, duygusal, fedakâr, sabırlı, itaatkâr, becerikli olma gibi özellikler aktarılır. Elbette ki birçok özellik biyolojimizden tümüyle bağımsız değildir. Simone de Beauvoir'un o çok tartışılan ve farklı bağlamlarda ele alınan; "Kadın doğulmaz, kadın olunur" sözü, bizim açımızdan toplumun kadına ve erkeğe yüklediği rollere yani toplumsal cinsiyete işaret etmektedir. Buradan hareketle diyebiliriz ki evet, biyolojimiz üzerine ekleyerek kadın veya erkek oluruz.

Feminist söylem ve kadın çalışmalarının etkisi bunlara paralel olarak toplumsal, ekonomik, siyasi ve sosyal alandaki gelişmeler, geleneksel kadınlıkerkeklik algısını büyük oranda değiştirmiştir. Bugüne değin söz konusu değişimin izi daha çok kadın meselesi ve aile bağlamında kadın çalışmaları bünyesinde konuşulmuş, daha sonrasında meselenin cinsiyet rejimini etkileyen diğer unsurlar ile ele alınması gerekliği ortaya konmuştur. Böylece kadına dair her bir noktanın esasında erkeğin durumuna atıfta bulunmak suretiyle şekillendiği görülmüştür. Tam da bu nedenle kadının toplumsal konumu konuşulurken erkeğin durumunun görünmez kılınışı, kadına ve aileye dair birçok sorunun da çözülemeyişini açıklar niteliktedir.

Hiçbir erkeklik birbirine benzemiyor

Toplumsal cinsiyet çalışmaları ile günümüze ulaşan erkeklik çalışmaları, sadece kadın meselesine ışık tutmakla ve kadını anlamakla kalmaz, erkekliğin inşa edildiği alanlara ve iktidar ilişkilerine bakmamamızı sağlayarak toplumsal yapının tüm yönleriyle ele alınmasına imkân tanır. Dolayısıyla erkeklik çalışmaları (Masculinity Studies) erkek olmanın ne anlama geldiği, erkeğin nasıl yaşamak zorunda bırakıldığı, kültürel olarak nasıl algılandığı, neleri temsil ettiği, aynı hiyerarşi tarafından her iki cinsin ezilme durumunu ve kadınların da erkekliği ürettiği alanlara bakmamızı sağlar. Bu bakımdan erkeklik çalışmaları toplumsal cinsiyet ilişkilerin sosyal, kültürel ve tarihsel izlerinin incelenmesine de olanak sağlar.

Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki, erkek olmak çetrefilli bir o kadar da uzun bir sürece tekabül eder ve bu zorlu süreç farklı aşamalardan geçmeyi zorunlu kılar. Peki, nedir erkeklik? Erkek olmak neye tekabül ediyor, nasıl şekilleniyor ve nasıl inşa ediliyor? Nasıl bir erkeklikten söz edebiliriz? Tek ve değişmez bir erkeklik tanımı mümkün mü? Bu soruların yanıtını ararken karşımıza birçok yaralı erkek anlatısı çıkar. Erkeklik, kadına dair olanın dışına çıkma zorunluluğu olarak da tanımlanabilir. Kimi zaman bu zorunluluk yaralayıcı ve zorlayıcıdır. Yapılan çalışmalara bakmadan önce sözlük anlamı olarak erkeklik kavramı eril olma olgusu veya durumuna; erkeklerin özellikleri olarak addedilen niteliklerin bir araya toplanmasına karşılık gelir (Bkz. Oxford İngilizce Sözlük). Erkekliğin ne olduğuna dair yaptığım bir saha çalışmasında erkek olmak; "güçlü olma, bir aileye sahip olmak ve yönetmek, baba olma, bitmeyen cinsel güce sahip olmak, ekonomik aktör, sorumluluk üstlenen, sorun çözen, bir arada tutan, karar verici olan" gibi özelliklerle tanımlanmıştır. Dolayısıyla erkek olmanın ve erkeğin görev tanımı içindeki ortak anlatı bize, erkekliğin değişmez temel karakteristik özelliğini gösterir.

Erkekliğin ne olduğuna dair farklı görüşler de mevcuttur. Örneğin Antropolog David Gilmore, erkekliğin tek tip olduğu, belli 'doğal' psikolojik ve biyolojik özellikler taşıdığıyla ilişkilendirmiş, erkekliği doğal ve müzakereye kapalı bir 'kategori' olarak ele almıştır. Bu bakış açısı yeni gelişen erkeklik çalışmaları ve araştırmalar tarafından eleştirilmiştir. Erkeklik çalışmalarında öncü isimlerinden biri olan R.W. Connell ise, tek bir kadınlık durumunun olmadığını, dolayısıyla tek bir erkeklik durumunun da olmayacağını; beyaz, orta sınıf, heteroseksüel, yaşlı vb. gibi özelliklere sahip erkeklerin varlığından hareketle "hegemonik erkeklik" kavramını gündeme getirerek farklı erkekliklerin varlığını ortaya koyar. Burada hegemonik erkeklik ile iktidar örüntüsü içinde idealize edilmiş, siyaset ve medya gibi belli araçlarla geçmişten bugüne başarıyla yayılan farklı 'erkeklik'ler kavramı karşımıza çıkar. Bir başka deyişle erkekliğin toplumsal ve kültürel olarak inşa ediliyor olması, farklı erkeklik durumunu ortaya koyar. Yine erkekliğe dair aynı çalışmamda yetişkin bir erkek, Connell'ın söylemini destekler nitelikte toplumun egemen erkeklik değerleri karşısında sunulan tek bir erkek olma halinin dışında farklı erkeklik yapılarının olabileceğini şu şekilde ifade etmiştir: "Bu çok ilginç bir konu (erkeklik), derya deniz bence bu mesele. Dünyada yedi milyar insan varsa ve bunun yarısının erkek olduğunu farz etsek, işte üç buçuk milyar tane cevap vardır. Hiçbir erkeklik birbirine benzemiyor. Afrika'da veya kutuplarda yaşamış bir erkek, uyuşturucu kullanan veya sigara kullanan erkek arasında fark var. Yani her bir alışkanlık bir fraksiyon. Dolayısıyla üst üste birleştiğinde erkeklik için şunlar şu desteden demek çok zor. Hani Türk erkeği nasıl, Alman erkeği nasıl diye ayırdığınızda bile inanılmaz farklılıklar elde edilir, büyük sapmalar olur. Maalesef seçmek zorunda olmadığımız doğanın verdiği bir şey."

Erkeklerin kurduğu yapay dünya

Erkeklik çalışmaları bize göstermiştir ki her toplumsal yapının içerisinde birbirinden farklılık gösteren, farklı kimliklere gönderme yapan, rekabet eden, birbiri ile çelişen erkeklik öğretileri mevcuttur. Tabii bu öğretiler sosyal süreç içinde gelişir; doğumla başlayıp, sürekli devam eder. Birbiriyle çelişen erkeklik yaşantılarını yine erkeklerin kendi yaşam pratiklerinden görüyoruz. Erkeklerin kendilerini bizzat tanımladığı cümlelere dikkat edilirse anlatılardaki erkek olmaya dair ilk tanım güçlü olmayı içeriyor; keza gücü elinde bulundurma beklentisi erkeği bir hayli zorlar. İşte bu nedenle erkekler kendilerine kurdukları yapay ve korunaklı dünyalarında 'güçlü olmak' kimlerinin ayrılmaz bir parçasını oluşturur ve güce ulaşmak hep bir mücadeleyi zorunlu kılar; devamında ise var olma sorunu görülür.

Böylesi bir serüvenin yani öncelikle erkekliğin ilk kazanım alanı nerededir diye baktığımızda aile içinde gerçekleştiğini görürüz. Hem erkekliğin kazanım yeri olması hem de erkekliğin bizzat yaşandığı yer olması bakımından aile, önemli bir kodlama mekanizmasını oluşturur. Böylelikle gündelik hayatın döngüsü içinde sorgulanmaksızın edinilen toplumsal cinsiyet rolleri aile içerisinde çeşitli şekillerde kodlanarak bir sonraki nesle aktarılır.

Peki, erkeklik inşa süreci nasıl ve nerede kurulmaktadır? Erkeklik inşa serüveninde farklı merhaleler karşımıza çıkar: İlk olarak anneden ayrılış ile başlıyor. Neden anne? Çünkü kız ve erkek çocuk ilk olarak anne ile özdeşim kurar. Kısacası anneyle başlayan sonrasında babayla devam eden ilişkide erkeklik kazanımının temel taşları atılır. Erkek çocuk, zaman içinde kendi erkekliğini ortaya koyabilmek adına anneden uzaklaşır; bu kopuş kız çocuklarında erkeğe nazaran daha kolay gerçekleşirken, erkek çocukta sancılı bir geçişe ve aynı zamanda krize dönüşerek erkeğin karşısına çıkar.

Sonuç itibariyle çocuklukla başlayan süreçte bir erkeğin, erkekliğe geçişi erkek olma adına toplumsal belli aşamaları geçmesini zorunlu kılar. Böylelikle tüm bu aşamalar ortasındaki egemen erkeklik değerlerine uyulma zorunluluğu, toplumsal inşa serüveninde erkeğin yaralı anlatısı olarak karşımıza çıkar. Erkekliğin toplumsal inşa basamakları, erkekliğin gelişim sürecindeki kazanım ve kayıpları sonraki yazılara havale edilmiştir.

BİZE ULAŞIN