Beytullah Çakır: 28 Şubat'tan 15 Temmuz'a askeriyede darbecilik ve FETÖ sorunu

28 Şubattan 15 Temmuza askeriyede darbecilik ve FETÖ sorunu
Giriş Tarihi: 13.10.2016 14:41 Son Güncelleme: 18.10.2016 13:42
15 Temmuz vahşiliğini eleştirmek kimsenin tekelinde değil

Kışlaya 'Peygamber Ocağı', askere de 'Mehmetçik' diyerek tarihimiz boyunca askere ve askerlik kurumuna ne denli önem atfettiğimiz malum. Fakat özellikle cumhuriyetin ilanıyla birlikte, geçmişte milletiyle beraber el ele İstiklal Harbi'ni vermiş Türk Silahlı Kuvvetleri kimi zaman kendi hatası, kimi zaman da çeşitli güçlerin kumpasıyla milletinin değerleri ile barışık olmayan bir kurum haline geldi. 27 Mayıs'tan 12 Eylül'e, 28 Şubat'tan 27 Nisan'a kadar geçen süreç ve özellikle Müslümanların sadece inançları yüzünden çektikleri sıkıntılar asker ile sivil halkın arasının açılmasına neden oldu.

Son olarak 15 Temmuz'da bir darbe girişimiyle karşı karşıya kaldık fakat ne gariptir ki bu darbenin bertaraf edilmesinde halk kadar askerin de önemli bir rolü vardı. 1. Ordu Komutanı Orgeneral Ümit Dündar Paşa ve Korgeneral Zekai Aksakallı Paşa'nın başı çektiği grup darbeci askerleri 'eşkıya' olarak nitelendirerek bu ihanetin karşısında dimdik durdu. Bugün ise halk ciddi bir travma ile karşı karşıya. 28 Şubat'ta postmodern darbede başrolde yer alanlar da, Balyoz davalarında mağdur olanlar da askerlerdi. Yakın tarihimize damga vurmuş 28 Şubat süreci ile birlikte Balyoz ve Ergenekon davaları neden olmuştu? Bunları oluşturan temel dinamikler nelerdi? Tarafların şahitliklerine başvurarak bu meseleleri masaya yatırdık.

Türkiye 15 Temmuz gecesi FETÖ'nün kalkıştığı darbe hareketinin püskürtülmesinden sonra yepyeni bir sürece girdi. Yapılan kalkışma hareketi devlet kurumlarında ve özellikle ordu içerisinde yeni bir düzenleme yapmanın gerekliliğini gözler önüne serdi. Peki, tarihi boyunca darbelerden başını kaldıramamış bir memleketin tek darbe gerçeği 15 Temmuz'la mı sınırlıydı? Eğer böyleyse Cumhuriyet tarihinde 1960 ile başlayan geçmiş darbeler dizisini nereye oturtacaktık? Bu ve benzeri sorulardan yola çıkarak konuya dair çalışmalarıyla bilinen gazeteci Alper Görmüş'le kısa bir röportaj gerçekleştirdik. Ayrıca 28 Şubat sürecinde dindar olmaları nedeniyle ordudan ihraç edilen Emekli Binbaşı Gürcan Onat ve Emekli Kıdemli Binbaşı Mustafa Salih Paşaoğulları'nın tanıklıklarına başvurarak hem TSK içerisindeki darbeci damarı hem de FETÖ yapılanmasının askeri ayağı üzerine konuştuk. Görüş aldığımız üç kişinin de üzerinde ısrarla durdukları nokta FETÖ'yü tasfiye ederken diğer darbeci askerlerin de ıskalanmamasıydı.

ALPER GÖRMÜŞ/ Gazeteci- Yazar
Türkiye'de ilk Darbe Girişimi 15 Temmuz Değildir

15 Temmuz FETÖ darbe girişiminden sonra bazı TV kanallarında eski darbeci subayların ekranlara çıkarak 15 Temmuz kalkışmasını eleştirdiğine şahit oluyoruz. Hâlbuki yakın tarihimize baktığımızda bu ülkede ordu içerisinde kayda değer bir darbeci damarın varlığı hepimizce bilinen bir hakikat. Bu subayların konuşmaları ve 15 Temmuz'u eleştiren tavırlarının altında yatan temel dinamikler hakkında neler söylemek istersiniz?

15 Temmuz gibi vahşi bir girişimi eleştirmek kimsenin tekelinde değil. Eski darbeciler de eleştirebilirler fakat onların eleştirilerinin sahici bir tını vermesi için, geçmişte kendilerinin de rol aldığı benzer girişimlerle ilgili olarak özeleştiri mahiyetinde bir şeyler söylemeliler.

Ne var ki şahit olduğumuz, bunun tam tersi... 15 Temmuz'u lanetliyorlar ama bunu, geçmişte kendilerinin de benzer girişimlerde bulunduklarının üstünü örtmek amacıyla kullanıyorlar. Öyle bir resim çiziyorlar ki, Türkiye'yi tanımayan biri onların çizdiği resme bakarak Türkiye adlı ülkedeki ilk askeri darbe girişiminin 15 Temmuz'da gerçekleştiğini sanacak.

İnsan bazen yaptığından o kadar çok utanır ki, eyleminin unutulmasını temin amacıyla adını ağzına bile almak istemez. Bu da bir tür özeleştiridir ve samimiyetle yapılıyorsa, belki de pişmanlığın en etkileyici dışavurumudur. Fakat bizim örneğimizde onun da tam tersine şahit oluyoruz: Televizyon ekranlarını kalecisiz kale gibi kullanan eski subaylar geçmiş darbelerden hiç söz etmiyorlar fakat bazı samimiyet krizi anlarında gerektiğinde yine siyasete müdahale edebileceklerini ağızlarından kaçırıveriyorlar. Bunlardan birinin bir televizyon programındaki performansını kelime kelime aktarmıştım bir yazımda. Programda, Balyoz davasından yargılanıp beraat eden bir emekli kurmay albay, Türk Silahlı Kuvvetleri ile hükümetler 'aynı yönde' düşündüğünde sorun olmadığını fakat hükümetlerin TSK'dan 'ayrı yönde' düşünmeye başladıklarında sorun çıktığını ve çıkacağını anlatmıştı. Bir akademisyenin itirazı üzerine de emekli kurmay albay, itiraza 'teorik olarak' katılabileceğini söylemişti. Akademisyen, pratikte de böyle olmalı deyince de, kurmay albay şu anda parlamentoda grubu bulunan bir partinin adını vererek, mesela söylediklerinin onun iktidarı için de mi geçerli olacağını soruvermişti.

Türkiye'nin Balyoz ve Ergenekon davalarında FETÖ'nün izlemiş olduğu gayri hukuki usullerle belki de tarihimizin en önemli davalarını sulandırdığı malumunuz. Bu sulandırma gerçekten darbeci olan subayların haklı ya da mağdur olduğu gibi genel bir yanlış algıya doğru evriliyor. Bu durum Türkiye için ne gibi handikaplar doğurabilir?

Türkiye'de seçilmiş iktidarı seçim dışı, gayri meşru yollarla düşürmek ve bu işi kim yaparsa yöntemini sorgulamamak diye tarif edebileceğimiz bir zihniyet yapısı hep var olageldi. Bu zihniyetin AK Parti iktidarı dönemindeki versiyonuna genel olarak 'Ergenekonculuk' diyoruz.

3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra, neredeyse birinci günden itibaren seçilmiş iktidara karşı bir darbe mekaniğinin harekete geçtiğini hepimiz biliyoruz; her şey gözümüzün önünde oldu. Ergenekon ve Balyoz davaları, şayet FETÖ'nün kendi örgütsel çıkarları uğruna murdar edilmeseydi, bu davalar belki çok daha az kişinin mahkûmiyetiyle sonuçlanacak fakat onlara karşı "bütünüyle sahte, bütünüyle kumpas" iddiası öne sürülemeyecekti. Ne var ki davalar murdar edildi ve AK Parti'yi devirmek için yemin etmiş birileri şimdi televizyonlarda bu 'mağduriyetlerinin' keyfini sürüyorlar ve diyet istiyorlar. Şüphesiz ki bu sonuçta, 17-25 Aralık'tan sonra FETÖ'ye karşı daha geniş bir cephe oluşturmak için 'kumpas' söylemini sorgulamaksızın kabul eden iktidar siyasetçilerinin ve iktidarı destekleyen medyanın da rolü var.

15 Temmuz sonrası YAŞ'ta gerçekleştirilen yapısal değişiklikler ve askeri okulların kapatılması gibi bir dizi karşı düzenlemeler yapıldı. TSK içindeki darbeci zihniyeti yapısal olarak ortadan kaldırmak için yapılan düzenlemeler hakkında neler düşünüyorsunuz? Bunların dışında sizce yapılması gereken şeyler nelerdir?

Bunların hepsi, herhangi bir Batı ülkesinde hükümet asker ilişkileri neyse Türkiye'de de onu tesis etmeye dönük adımlar. Özellikle askeri okulların kapatılmasının çok hayırlı olduğu kanaatindeyim. Çünkü 14 yaşında bir gencin herhangi bir ideolojik endoktrinasyon sürecinden geçirilmesinin sayısız sakıncası var.

Televizyondaki askerler, askeri okulların FETÖ'den temizlenmesinden sonra sorun kalmadığını, dolayısıyla kapatılmasının gereksiz olduğunu söylüyorlar. Buradan da anlıyoruz ki, onlar bu okullarda kendi ideolojilerinin öğrencilere zerk edilmesinde herhangi bir sorun görmüyorlar. Toplamda ise manzara şöyle görünüyor: Eski darbeciler FETÖ ve benzeri darbecilerin darbe yapma imkânlarının olmaması gerektiğini söylüyorlar ama bir yandan da kimin darbesi olursa olsun, bir daha darbe üretmeyecek bir ordu hedefi doğrultusunda atılan adımlardan da rahatsızlık duyuyorlar.

Gürcan Onat/ Emekli Binbaşı
TSK içerisinde FETÖ dışında darbeci çoktur

28 Şubat sürecinde ordu içinde neler yaşadınız?

28 Şubat aslında oldukça uzun bir süreç. Başlangıcını Turgut Özal'ın Başbakan oluşuna kadar götürmek lazım. 12 Eylül darbecilerinin milleti yeniden düzenleme çabaları istedikleri neticeyi vermeyince hemen yeni yol arayışlarına giriştiler. Görünürde hedef olarak başörtüsünü seçmişlerdi. Önce üniversitelerdeki öğrencilerin başörtüleriyle uğraşmaya başladılar. TSK içerisinde de hedef yine başörtülü hanımlardı. 80'li yıllarda kuvvet komutanlıklarından lojmanlar bölgesine başörtülü kadınların alınmaması için emirler geldi. Bunlara da "yasadışı tarikatların sembol kıyafetleri" ismini takmışlardı. Sonra bütün personelin hanımlarının ve çocuklarının vesikalık fotoğrafları istendi. Hanımı başörtülü personele baskı yapılarak, hanımlarının başlarının açılması konusunda baskı kuruldu. Eşleri başlarını açmayan personel teker teker YAŞ kararları ile re'sen emekli ediliyordu. Mesela benim mevzi komutanım, akademiye gidebilmem için belge doldururken eşime telefon açıp, başörtüsünü çıkarmasını yoksa olumsuz kanaat kullanacağını bizzat kendisi söyledi. 28 Şubat'ın en sıkıntılı dönemlerinde de Hava Kuvvetleri Komutanı onuruna orduevinde yapılan bir yemekli toplantıya eşimin yerine, başı açık olan kuzenimi götürmüştüm. Son iki sene kontrol ve takipler iyice sıkılaştığı için, eşimden resmi olarak boşanmak zorunda kaldım. Çünkü sürekli emirler geliyordu, istihbarat subayları lojmanların nizamiyelerinden içeri giren başı kapalı bütün hanımların isimlerini alıyor, fişleme yapıyorlardı. Emeklilik hakkımı elde edince de, re'sen emekli edilmemek için kendi isteğimle emekli oldum.

FETÖ'nün ordu içinde yapılanması ne zamanlara kadar uzanıyor ve sizin şahit olduğunuz usulleri nelerdi?

1980 öncesine kadar gidiyor. Ben 1977-1981 yılları arasında Hava Harp Okulu'ndaydım. O yıllarda teröristbaşı Gülen ile bağlantılı öğrencileri tanıyordum. O zamanlar bunları biz de samimi dindar bir yapı olarak gördüğümüz için bu arkadaşlarımızla görüşürdük. Ancak dikkatimi çeken özellikleri, aşırı derecede 'tedbir' demeleriydi. Bu konuda sürekli tartışırdık. 1987-1996 yılları arasında Kütahya'da Hava Er Eğitim Tugay Komutanlığı'nda görevliydim. Bu yıllarda bu yapıya mensup arkadaşlarımız vardı. Ailece görüşürdük. Bir araya geldiğimizde sürekli tedbir konuşulurdu. Devamlı olarak, gizlenme ve saklanma... Zaten evli olanlara hanımlarının başlarını açtırmışlar, yeni evlenenlere de başı açık hanım aldırmışlardı. Namazlarını kışlada kılmazlardı. Dışarıdan bakıldığında dindar olduklarına dair bir emareleri yoktu. Evlerinde dini muhtevalı kitaplar bulunmazdı. Ancak hemen hemen her akşam birlikteydiler, sürekli taktik konuşurlardı. Çok fazla dini bilgileri yoktu sadece 'abi' konumundaki kişi bilgiliydi. O da dışarıdan bir kişi ile irtibattaydı. Bu kişinin kim olduğunu bize hiç bildirmediler. Çok gizliydi. Sivillerle görüşmezlerdi. Hele ki dindar kimliği olan kişilerin yanlarından bile geçmezlerdi. Bizi de mesafeli tutuyorlardı. Ayda bir teröristbaşı Gülen ile İstanbul'da çok gizli ve özel görüşmeler yapıyorlardı. Kendi aralarındaki bağ çok güçlüydü.

TSK içerisinde FETÖ'cüler dışındaki darbeci damar hakkındaki tecrübeleriniz nelerdir?

TSK içerisinde FETÖ dışında darbeci çoktur. Bu eğitimle alakalıdır. Çünkü her Harbiyeli, Türkiye'nin gerçek sahibinin kendisi olduğunu düşünmektedir. Bu düşünce bir ara bende dahi olmuştur. Asker sivil ayırımı vardır. Asker memleketin sahibi, sivil ise potansiyel tehdittir. Bir de bize Harbiye'de sürekli brifingler verilirdi ve bu brifinglerde zararlı, yasa dışı örgütler tanıtılırdı. Bu brifinglerde Kemalizm'in dışında ne varsa, zararlı ve yasa dışı olarak takdim edilirdi. Mesela, başbakan çıkarmış, ülkenin en büyük oy potansiyeline ulaşmış Milli Görüş bile zararlı örgütler arasında gösterilirdi. Böyle olunca zaten hiçbir Harbiyeli hiçbir zaman Necmettin Erbakan'ı meşru görüp, başbakanı olarak kabul etmemiştir. Dolayısıyla Turgut Özal'dan itibaren başlayan kıpırtılar, Erbakan'ın başbakanlığında ciddi rahatsızlık haline geldi. İlk büyük yapılanma Çevik Bir'in sembol isim haline geldiği Batı Çalışma Grubu'dur. BÇG'nin bir yönü biraz mezhepseldi. Daha sonra ulusalcılar bunları tasfiye etti. Ergenekon dediğimiz yapı bu ulusalcılardır. Ergenekon memleketin sahibi olarak, sadece kendisini gören zihniyettir. Mustafa Kemal bunların ölümsüz liderleridir. Kendilerini Mustafa Kemal'in askerleri olarak isimlendiriyorlar. FETÖ bu Ergenekon ekibi ile 'it dalaşı'na girdi. Kumpaslar bundan sonra ortaya çıktı. Hangisinin haklı olduğu halen tam olarak ortaya çıkmış değil. Şahsen bu durumda tarafsız kalmayı tercih ediyorum. Kimseye de haksızlık etmek istemem. Aslında gerçek mağdur, gerçek dindarlardır. Çünkü 28 Şubat'tan itibaren samimi olarak dinini yaşamak isteyenler ciddi manada tasfiye edilmiştir.

TSK'nın yeniden yapılanması hakkında neler söylemek istersiniz? Bir daha darbe girişiminde bulunulmaması için ne gibi tedbirler alınmalı sizce?

TSK'nın yeniden yapılanması zaruridir. Ancak en önemlisi zihniyet değişikliğidir. Zihniyetlerin düzeltilmesi lazım. Öncelikle şu konuda anlaşalım; bu memleketin sahibi TSK değil, bu topraklarda yaşayan herkestir. Hiç kimse potansiyel tehdit değildir. Devletin kanunları vardır. Kanunsuz iş yapan cezasını çeker. Bu konuda görev Emniyet Teşkilatı ile bağımsız ve tarafsız yargıya düşer. Bu iş bu kadar basittir. Bu anlayış iyice oturup, yerleşinceye kadar, Askeri Lise ve Harp Akademileri'nin kapatılmasını olumlu buluyorum. TSK, Milli Savunma Bakanlığı'na bağlı olmalıdır. OYAK lağvedilmelidir. Bu zihniyet değişimi başarılabilirse, bir daha darbe girişimi olmaz. 28 Şubat postmodern darbesi sırasında çok söyledik, Genelkurmay Başkanı hiçbir zaman hiçbir şekilde medyanın karşısına geçerek hiçbir siyasi konuda görüş beyan edemez. Sadece ve sadece ülke bir savaşa girmişse, harekâtın gidişatı hakkında, gerekli olduğu zamanlarda bilgilendirme yapabilir. Hatırlayın, 28 Şubat sürecinde yaşadığımız brifing facialarını, Başbakan'a "p.z.venk" diyen şaşkın tuğgenerali. Eğer bunlar anında emekli edilseydi o rezillikler yaşanmazdı. O yıllarda bu mümkün değildi derseniz, işte bunlar mümkün hale geldiği zaman bir daha darbe de yapılamaz, derim. Yani, benim tespit ettiğim en önemli husus zihniyet değişimidir. Bunu başarabilirsek, darbe korkusunu da silip atarız. Bunun yolu elbette eğitimden geçer, Harp Okulları'nda müfredatı tekrar elden geçirmek gerekiyor.

Mustafa Hacımustafaoğulları/ Emekli Kıdemli Binbaşı
TSK'nın sicili darbecilik yönünden bozuktur

28 Şubat sürecinde ordu içinde yaşadıklarınızı kısaca anlatabilir misiniz?

1980 yılında Hava Harp Okulu'ndan mezun oldum. 12 Eylül ihtilali ile Hava Kuvvetleri'nde göreve başladım. 28 Şubat 1997'de Yüksek Askeri Şura kararıyla irticai faaliyetlerde bulunduğum gerekçesiyle ordudan ihraç edildim. Bu dönemde benimle birlikte YAŞ kararlarıyla 1650 ve kanun hükmünde kararnamelerle ihraç, baskı ve tehdit ile istifa ve emekliye zorlama, sözleşmenin feshi gibi diğer yöntemlerle 10 bine yakın ordu mensubunun TSK ile ilişiği kesildi. 28 Şubat sürecinde, TSK içinde etkin olan dine ve dindarlara karşı adeta 'düşmanca bir tavır' içinde olan Batı Çalışma Grubu (BÇG) dindar personele karşı acımasız bir tavır içindeydi. Amaçları TSK içinde kendi menfur emellerine ve olası darbe girişimlerine engel olacaklarını düşündükleri personeli tasfiye etmek ve kendi adamlarına kadro açmaktı. Bu dönemde FETÖ'ye mensup kişiler; eşlerinin başlarını açtırarak, namazlarını terk ederek, toplantılarda alkollü içki almaya başlayarak kimliklerini gizleme yolunu seçtikleri için zarar görmediler. Bulunduğumuz noktada anlıyoruz ki, atılmadıkları gibi tam aksine bizim gibi dindar personelin TSK'dan atılmasında etkili olmuşlardı.

FETÖ'nün ordu içinde yapılanması ne zamanlara kadar uzanıyor ve sizin şahit olduğunuz usulleri nelerdi?

FETÖ'nün ordu içerisinde yapılanması 1970'li yıllarda başladı. FETÖ önce İzmir Hava Teknik Okullar Komutanlığı bünyesinde ilk örgütlenmesini yaptı. Hava Teknik Okullar Komutanlığı Hava Kuvvetleri'ne astsubay yetiştiren bir okuldu. Ben 1976 yılında Hava Harp Okulu'na girmiştim ve 1980 yılında mezun oldum. 1979 yılında üçüncü sınıftayken FETÖ bize Harp Okulları'nda kadrolaşmak için teklifte bulundu ancak biz arkadaşlarımızla bu teklifi reddettik. Fakat o amacından vazgeçmedi ve kadrolaşmaya başladı.

FETÖ'nün askeri okullara sızma ve TSK'da kadrolaşma gayreti öğrencilerin ortaokuldaki eğitimlerinden başlar. Eğitim kadrolarındaki 'ablalar' ve 'abiler' aracılığıyla öğrenciler içerisinden askeri okullarda başarı gösterebilecek tipler seçilir ve bunlar Askeri Okullar Sınavı'na hazırlanır. Kimin hangi okula gireceği ve kimin takibinde olacağı önceden belirlenir.

Daha sonraki yıllarda bu faaliyetleri soru çalma yöntemleri ile devam etti. Bütün askeri okulların eğitim kadroları ve silahlı kuvvetlerin stratejik noktaları adım adım ele geçirildi. Bir noktadan sonra askeri okullara alınacak öğrencilere de onlar karar vermeye başlamıştı zira okulların eğitim kadroları ve komuta kademeleri de onların eline geçmişti büyük oranda. FETÖ'nün TSK içerisinde örgütlenmesindeki başarısının en önemli nedeni, Silahlı Kuvvetler içerisinde çöreklenmiş olan ve geçmişte yaşadığımız darbelerin mimari olan Atatürkçülük maskesi altına gizlenerek laikliği din düşmanlığı olarak uygulayan sözde ulusalcı kadrolardır. Örneğin ben okulu dereceyle bitirmiş başarılı bir subaydım. Ancak eşimin başörtülü olması ve benim ibadetlerini yapmaya gayret gösteren bir subay olmam ordu içinde durumumu fazlasıyla olumsuz etkilemişti ve bu nedenle orduyla ilişkimi kesmişlerdi. İşte FETÖ bu durumu çok iyi bir şekilde kullandı. Militanlarına 1986'da verdiği talimatla eşlerinin başörtülerini açtırdı, namaz kılmalarını yasakladı, konuşma biçimlerini bile farklılaştırdı. Toplantılarda ve kokteyllerde alkollü içki içilmesini serbest bıraktı. Böylece FETÖ'nün TSK içerisindeki militanları kendilerini tamamıyla gizlemiş kriptolu hale gelmişti. 1989 yılında kurmaylık sınavına giren bir yüzbaşının, "Allah rızası için gerekirse es geçerim" sözü hala kulaklarımda çınlıyor. Bu kişinin daha sonra verilen talimata uygun olarak tesettürlü olan eşi açık giyinmeye başlamıştı. O günlerde bunların vatana ihanete varacak bir sürecin içinde olduklarını kestirememiştik. Bahsettiğim kişi 15 Temmuz sonrası darbecilerin arasında olduğu için tutuklandı. Rütbesi ise tuğgeneraldi.

15 Temmuz darbesinden önce TSK'da personel daire başkanlıkları, atama daire başkanlıkları, önemli komuta merkezleri gibi stratejik noktalar örgütün eline geçmişti. Ancak dışarıdan baktığınızda bu adamların hiçbirinin bu örgütün mensubu olduğunu anlamanız mümkün değildir. Çünkü yukarıda da anlatmaya çalıştığım gibi bunların kendilerini çok iyi kamufle etme yöntemleri vardı.

Başkalarının geleceğini çalarak askeri okullara giden, sahte sicil notlarıyla terfi eden, çalınan sınav sorularıyla kurmay olan, bu sahtekâr vatan hainleri maalesef ordumuzu ve diğer kurumları bir kanser hücresi gibi kuşatmıştı.

TSK içerisinde FETÖ'cüler dışındaki darbeci damar hakkındaki tecrübeleriniz nelerdir?

TSK'nın sicili darbecilik yönünden bozuktur. Silahlı kuvvetler içerisinde 1960 ihtilali ile oluşan ve halen etkin bir şekilde mevcudiyetini koruyan darbeci bir damar mevcuttur. Asıl tehlike, darbeler konusunda derin bir tecrübeye sahip olan bu kadrolardadır. Bunlar en son 28 Şubat sürecinde silahlı kuvvetler içerisindeki milli ve yerli vatansever ordu mensuplarını inançlarından dolayı ihraç ettiler. Bunları kamuoyu o dönemde Batı Çalışma Grubu olarak tanıdı. Bu damarın devamı olan klikler Ergenekon ve Balyoz davalarında temizlenebilirdi aslında. Fakat FETÖ silahlı kuvvetler içerisindeki bu darbeci damarın temizlenmesine vesile olacak girişimleri yaptığı kumpaslarla suçluların yanına masum kişileri de yerleştirerek ustaca boşa çıkardı. Ergenekon ve Balyoz kadroları içindeki gerçekten darbeci olanlar FETÖ'nün davaları sulandırması ve 15 Temmuz kalkışmasına girişmesinden sonra adeta 'sütten çıkmış ak kaşık' misali kamuoyu nezdinde temize çıkarıldı.

Karşımızda duran en büyük tehlike, FETÖ'nün TSK'dan temizlenirken bahsetmeye çalıştığım bu darbeci damarın yeniden hortlaması ve ordu içinde etkin duruma gelmesidir. Gördüğümüz kadarıyla FETÖ mensupları ordudan temizleniyor intibaı verilirken milliyetçi, muhafazakâr, vatansever ordu mensupları da etkisiz hale getirilmeye çalışılıyor. Bu konuda uyanık olunmazsa korkarım ki, Türkiye gelecekte asıl büyük darbeyi yiyecektir.

TSK'nın yeniden yapılanması hakkında neler söylemek istersiniz? Askeri liseler ve harp akademilerinin kapatılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir daha darbe girişiminde bulunulmaması için ne gibi tedbirler alınmalı sizce?

Askeri Liseler'in ve Harp Okulları'nın kapatılması doğru bir adımdır. Zira bu okullardaki eğitim kadroları komutanlıkları ve öğrencilerin büyük çoğunluğu FETÖ mensubudur. Yeni kurulacak Milli Savunma Üniversitesi bünyesindeki Harp Okulları ile artık milletin değerleriyle barışık vatansever, milli ve yerli subayların yetişerek ordu komutasında yer almasını sağlayacaktır. Ayrıca bu milletin evlatlarının önünü kesmeye yönelik olarak darbecilerin millete dayattığı İmam Hatip Lisesi mezunlarının Harp Okulları'na girmesi yönündeki engeli de kaldırmış olacaktır. Bu ordu millet kaynaşması yönünden de çok olumlu bir gelişmedir.

TSK içinde her kesimden vatandaşımız görev alabilmelidir. Burada en önemli husus bu kişilerin emanete riayet ve görevini ehliyetle yapabilme istidadıdır. Yani bu insanların milli ve yerli olma durumu belirleyici amil olmalıdır.

Silahlı Kuvvetler ülkemizi dışardan gelebilecek herhangi bir saldırıya karşı korumak üzere hazırladığımız savunma gücüdür ve bu güç demokrasinin gereği olarak milli iradenin temsilcisi hükümetin emri altında görevini yürütmeye mecburdur.

Bundan sonra olabilecek darbe girişimlerine karşı gereken tedbirler alınmalı ve bu konuda sürekli bir denetim hayata geçirilmelidir. Bu bağlamda askeri birliklerin şehir dışına taşınmasını da önemli bir adım olarak değerlendiriyorum ben.

Her şey 29 Mart 2007'de Nokta dergisinde yayımlanan, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek'e ait olduğunu ileri sürülen günlüklerin ortaya çıkmasıyla başladı. Ardından 2007 Haziran ayında Trabzon İl Jandarma Komutanlığı'na Ümraniye Çakmak Mahallesi Muhtarlığı karşısındaki gecekondunun çatısında patlayıcı madde bulunduğu ihbarının gelmesiyle Türkiye yepyeni bir sürece girdi. "Derin devlet" denilen yapının örgütlemesi olduğu iddia edilen ETÖ'ye (Ergenekon Terör Örgütü) yapılan suçlamalarda; AK Parti'yi devirmeye yönelik darbe planı, 2006'daki Danıştay saldırısı, 2007'deki Zirve Yayınevi ve Hrant Dink cinayetiyle birlikte çeşitli suikast planı iddiaları yer alıyordu. Bu iddialarla beraber yüzlerce emekli ve muvazzaf asker tutuklanarak cezaevine konuldu. Bugün geldiğimiz süreçte Balyoz ve Ergenekon davalarının FETÖ tarafından hazırlanan kumpas olduğu herkes tarafından acı bir şekilde anlaşıldı. İşte o gün bu mağduriyet, yaşayan ve tutuklanan iki asker ile mağduriyetlerini konuştuk.

Balyoz mağduru rütbeli bir asker
Balyoz ve Ergenekon davaları FETÖ'ye biat etmeyen askerlere yapıldı

Sizin askerlik hayatınız nasıl başladı, FETÖ yapılanması ile ne zaman karşılaştınız?

1979 yılında Bursa Işıklar Askeri Lisesi'ne girdiğimde FETÖ'nün askeri okullar içinde gözle görülür bir yapılanmasına şahit olmadım. Bu tarihlerde daha çok askeri okullarda okuyan mevcut öğrencileri kendi evlerine çekme gibi bir politika izlediklerini biliyorum. Askeri liselerde disiplin sert ve yorucudur. Mevcut çocukları kendi evlerine çekmek için bu katı disiplinin yarattığı şartlardan istifade etme yoluna gittiler. TSK içerisinde kendini belli etmeyen adamlarıyla askeri öğrencileri 'okula sokamadığınız eşyaları, kitapları bu evlerde muhafaza edebilir, hafta sonlarını buralarda geçirebilirsiniz' gibi kandırmacalarla evlerine çekmeye başladılar. Yani öncelikle hazır mevcutlar üzerinden adam devşirmeye çalıştılar.

1986'da ise kendi dershanelerinde TSK'ya adamlarını sokmak için çocuk yetiştirmeye başladılar. FETÖ'nün en önemli taktiği sizin de bildiğiniz üzere her kesimin belirli hassasiyetlerini çok iyi okuyabilmesi ve buna göre politikalar belirleyebilmesi. Askeri liseleri kazanan çocuklar arasında ise şöyle bir politika uygulayarak TSK içinde güven tazeliyordu. Örneğin, beş çocuk var. Bunlardan dördü kendilerini gizlemek için alkol kullanıyor, namaz kılmıyorlar vs. Diğeri ise namaz niyazında kalmaya devam ediyor. Bu dört çocuk aslında kendilerinden olan diğer çocuğu danışıklı olarak ihbar ediyor ve diğer dört çocuk otomatikman Atatürkçü gibi bir imaj çizmiş oluyor. Yani her beş kişiden dördünü içeri sokuyorlardı. Taktikleri buydu.

2000'den beri ise askeri lise sınavını ÖSYM yapmaya başlıyor. Ben bunun çok önemli bir dönüm noktası olduğunu düşünüyorum. Zira sınavların ÖSYM tarafından yapılmaya başlamasıyla soruların FETÖ mensuplarına sınavlardan önce servis edilmeye başlandığını, askeri okulların bu sayede kendi adamlarıyla doldurulduğunu görüyoruz.

Balyoz süreci nasıl gelişti, neler yaşadınız?

Balyoz ve Ergenekon davaları esasen FETÖ'nün sözünü geçiremeyeceği subayları devre dışı bırakmak için yaptığı bir operasyondur. Aslında kişilere değil TSK'ya yapılan bir darbe girişimidir. Subayların görev yaptıkları yerler önünün açıklığı ve yükselme potansiyeli açısından çok belirleyici bir durumdur TSK içinde. FETÖ'nün TSK'da özellikle personel şube ve istihbarat birimlerine çok önem verdiğini ve buralarda esas yapılanmasını kurduğunu unutmamak lazım. Balyoz ve Ergenekon davalarında adı geçen subayları belirlerken kendilerine biat etmeyecek ve yükselme potansiyeli olan subayları bu birimler içinde oluşturdukları yapılanmalar sayesinde çok rahat listeleyebildiler.

Tutuklamalara evvela emekli ve küçük rütbeli subaylardan başladılar. Böylece kamuoyunda bir nabız yoklaması yapmak istiyorlardı. Bu tutuklamalara çok ses çıkmadığını gördükçe tutuklananların rütbeleri de gitgide artmaya başladı.

Siz listeye nasıl girdiğiniz acaba?

Balyoz listesine sanırım 2005 yılında Dışişleri Bakanlığı'ndan gelen bir uzmanın verdiği seminerde gösterdiğim tavırdan dolayı girdim. O dönem teröristbaşı Gülen hakkında yakalama emri vardı biliyorsunuz. Fakat seminer veren görevli, isim vermeden bunların yurtdışı okullarını ve diğer faaliyetlerini övmeye başladı. Ben de "Türk Ceza Kanunu'na göre suçlu olan birini burada nasıl övebilirsiniz" diye çıkışarak semineri terk ettim. Benimle birlikte birkaç arkadaşım daha ayrılmıştı seminerden. İçeride kalıp çıkmayanlar ise çok daha ilginç: 15 Temmuz'dan sonra Dubai'ye kaçmaya çalışan Afganistan'daki general ve TRT'yi basan albaydı.

20 Şubat 2011'de sabah saat 6 buçuk gibi bir arkadaşım medyada cami bombalama planlarına dair bir haberin düştüğünü ve adımın bu planda geçtiğini haber vermek için aradı beni. Sonra Cihan Haber Ajansı beni aradı. Kendileriyle bildiğiniz bir tartışma yaşadık telefon üzerinden. İkinci gün tekzip yazdık bu habere karşı. Genel Komutanlık metni önce kendi görmek istedi. Sonra adli müşavir bu davanın şahsi bir dava olduğunu ve kendime bir avukat tutmam gerektiğini söyledi. Bunun nasıl şahsi bir dava olabileceğini anlayamamıştım doğrusu. 22 Şubat'ta ilk tutuklamalar başlamıştı. Alınanlar arasında bağlantıyı kurdukça ben sıranın bana gelmekte olduğunu anlamıştım. 28 Şubat'ta ise tutuklandım. O dönemin meşhur savcısı Mehmet Berk tarafından sorgulanmaya başladım. Savcı Berk, örgüt ilişkisi kurabilmek için bir şehit cenazesinin memleketine nakliyle ilgili yapmış olduğum bir telefon konuşmasını sunuyordu bana. Delil yetersizliğinden ötürü bir ay sonra çıktım ben. 11 ay sonra yeni bir tutuklama dalgasıyla 163 kişi yeniden tutuklandı. Ben de içlerindeydim. 2003 yılında gerçekleştirildiği iddia edilen darbe seminerlerine dayandırılıyordu bu davalar. Fakat benim hakkımda yapılan cami bombalama planı iddianamede 2003 yılında planlanmış olarak geçerken, bize gösterdikleri belge 2007 Office teknolojisine göre oluşturulmuştu. Yani oluşturdukları delillerin tarihiyle olayın planlandığı tarih tutmuyordu. Zaten Balyoz davalarında oluşturulan delillerin yetersiz ve kurmaca olduğu o kadar ortadaydı ki. Örneğin Fikret Seçen Donanma Komutanlığı'nda aradığı belgeyi eliyle koymuş gibi bulmuştu. 16.20'de ihbar gelirken tuhaftır ki 15.30'da arama kararı çıkartılıyordu bu konuya dair. Her şeyin başlangıcı olduğu iddia edilen 2003 darbe seminerlerine katılan subay sayısı 160 olarak gözükürken bunların sadece 49'u tutuklandı.

Bir de tabii çok önemli bir şey daha var bu süreçte: Kozmik oda dedikleri yere girerek TSK'nın bütün savaş strateji ve planlarını ele geçirdiler. İddia ettikleri sıkıyönetim planının ise aslı şudur: TSK iki senede bir hareket planı belirler ve bu planın içinde 29 ek başlık vardır. Bu başlıklardan biri de tabii olarak sıkıyönetim planıdır. TSK her an her duruma hazır olmak durumunda olduğundan dolayı bu hareket planları yapılır ama bunu da kamuoyuna çarpıtarak yansıttılar.

Biz bütün bunlar olurken davaların kamuoyuna açık olmasını televizyon ya da internet üzerinden yayınlanmasını talep ettik mahkemeye. Fakat mahkeme bu isteğimizi reddetti.

Toplam 42 ay boyunca Hasdal Cezaevi'nde yattım. 12 yıl yatacağımı hesap ediyorduk oysa. Derken 17-25 Aralık operasyonu olunca, biz bu işin bittiğini ve çıkacağımızı anladık.

Devlet bu mağduriyetler için bir tanzimde bulundu mu?

Tutuklu olduğumuz süre içerisinde maaşların üçte biri ödendi ama bir tazminat olmadı. Bunun hakkında da bir uygulama yapılacağını düşünüyorum.

Peki, TSK'nın içinde hiç mi darbeci yoktu gerçekten?

TSK'da eskiden beri süregelen 'biz bu memleketin esas sahibiyiz' algısı var. Şahsen ben de böyle düşünüyorum. Tabii ki diğer kurumların da böyle hassasiyetleri var vatanı sevme konusunda ama bu algı TSK'da çok baskındır. Bunun böyle olmasında biraz devletin kabahati olduğunu düşünüyorum. Örneğin polis, öğretmen, sağlık personeli olan ve doğuya atanan memur eğer devlet içerisinde adamını bulursa buralara gitmeyebiliyordu. Fakat askerin böyle bir durumu söz konusu dahi değil. Tayinin nereye çıkmışsa oraya gideceksin. Bunu görüp şahit oldukça böyle bir algı oluşuyor doğal olarak. AK Parti'nin yapmış olduğu en iyi hamlelerden biri doğuda bütün memurların görev yapması zorunluluğu kanununu getirmesidir. Fakat buradan yola çıkarak darbeyi haklılaştırdığım sonucu çıkarılmasın. TSK içinde var olan bazı katı politikalara kurum içindeki birçok insan da karşıydı. Bu karşı çıkışları dile getirenler de oluyordu, aman başım ağrımasın diye susanlar da.

15 Temmuz gecesi sizin hissettikleriniz neydi?

15 Temmuz kalkışmasını ilk gördüğüm anda bunun TSK'nın yapacağı bir darbe olmadığını hemen anladım. Yakın çevreme bunun ordu içerisindeki FETÖ'cü subayların bir girişimi olduğunu söyledim. İstanbul İl Jandarma Komutanlığı'nda FETÖ'nün ekibinin çok güçlü olduğunu biliyordum zira.

Eğer 15 Temmuz başarılı olsaydı Balyoz ve Ergenekon'da yargılanan bütün subaylar Maltepe ve Hasdal cezaevlerine yeniden toplanacak ve hepsi infaz edilecekti. Şükür ki kalkışmaları başarısız oldu. Ben bu FETÖ'cü subayların adil bir şekilde yargılanmasını ve bu yargılanmaların televizyondan yayınlanmasını istiyorum.

Son olarak askeri liselerin kapatılması ve TSK'nın yeniden yapılandırılması hakkında ne düşünüyorsunuz?

13-14 yaşında çocukların Askeri Liseler'e gelmesine karşıyım. Çünkü daha karakterleri tam olarak oturmamış oluyor. Askeri Liseler kapatılabilir ama Harp Okulları öyle değil. Bir savaş durumunda dışarıdan asker alamazsın ama Harp Okulları'nda devre arkadaşlığı çok önemlidir. Okulda kavga da etseler dışarıya bunu asla yansıtmazlar ve dışarda tek yumruk olurlar. Bu devre arkadaşlarında siyasi, sosyal, mezhepsel hiçbir ayrılık olmaz. Bizde çok çeşitli arkadaşlar vardı ama hiç bunun sorununu yaşamadık. FETÖ'nün askeri okullara sızması ve 'abilik' kurumunu buraya da sokmaya başlamasıyla Harbiye'de devrecilik sisteminin altını ciddi anlamda oydular. Karma sınıflar oluşturarak aynı dönemde mezun olan birçok arkadaşın birbirini tanımadan diploma almalarına neden oldular.

Balyoz mağduru rütbeli bir asker
Mahkemeye sunduğumuz bütün somut deliller yok sayıldı

Balyoz süreciniz nasıl gelişti, davaya nasıl müdahil oldunuz?

2003 yılında gerçekleştirildiği söylenen darbe semineri ile ilişkilendirilerek Ağustos 2011'de tutuklandım. Seminerlere katılmamıştım ve katıldığıma dair hiçbir belge ortaya konamadı ama yine de bu sebepten tutuklandım ve üç sene hapis yattım. Bana atfedilen suç, darbe yapıldığı zaman benden üst rütbeli ve direnen rütbelileri tutuklamaktı. Bize delil olarak sunulan ve tutuklanacak rütbelileri gösteren belge Office 2007 programına göre düzenlenmişti. Hâlbuki söz konusu seminerin 2003 yılında gerçekleştiği iddia ediliyordu. Hakkımızda deliller oluşturulurken sıranın zaten bana gelmekte olduğunu biliyordum çünkü arkadaşlarım da teker teker tutuklanıyordu.

Hiç unutmuyorum tutuklandığı gün Ramazan ayıydı ve oruçluyduk. Güya dini bir grubun savcısı olduğunu düşündüğümüz Hüseyin Ayar sorgu sırasında sürekli su içiyordu. Sorgulama devam ederken savcı Ayar, telefonunu da yanına alarak bir saat içinde dört beş kere tuvalete gidiyordu. Bunu o gün yaptığı bütün sorgulamalarda tekrar ettiğini öğrendik. İnsan sormadan edemiyor, bir insan bir saat içinde neden sürekli telefonuyla tuvalete gider diye… Çok açık bir şekilde başka bir yerlerden talimat alıyordu. Bana sorgu esnasında sürekli kurmay mısın değil misin diye soruyordu. Cevap verdiğim halde tekrar ediyordu. Bir insan sorguya aldığı kişinin rütbesini bilmez mi? Bu sorudaki amacı gizliden vermeye çalıştığı bir mesajdı aslında. Çünkü TSK'da generallik rütbesini alabilmen için kurmay olmak şarttır, yani yükselebilirsin. Kurmay değilsen FETÖ için tehlikeli değilsin, kurmaysan ve biat etmemişsen o zaman tehlikelisin. Her neyse, sorgu bitti iftarımı açıyordum ki tutuklama kararı verildi.

Dava sürecinde neler yaşandı peki?

Davalar sırasında mahkemeye sunulan bütün somut deliller yok sayıldı. İsnat edilen suç tarihinde yurtdışında olduğunu ispatlayan bir sanığın somut delillere rağmen görmezden gelindiğine şahit olduk. Hatta davayı izleyen sanık yakınlarının oturduğu bölümlerin birkaç metre üstüne mikrofonlar yerleştirilmiş o zaman. Tutuksuz yargılama kararı bekleyen bir asker annesi, oğlunun tutuklu yargılanması kararını duyunca "Allah belanızı versin" dedi. Ses tabii mikrofondan çıktığı için kendisi hakkında da mahkemeye hakaretten dava açıldı.

Tutuklananlar kimlerdi daha çok?

Balyoz kumpasında en çok Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'ndan tutuklamalar yapıldı. Bunu önemli bir sebebi ise bence BİRGEM projesidir. Daha önce gemi sistemleri ithal edildiği için, üreticinin sizin sistemlerinizi uzaktan kitleme olasılığı vardı. Bu proje ile ordu gemilerinin yazılımını kendi yapmak ve kontrol edilemez yerli bir sistem kurmak istiyordu. Uygulama aşamasına gelindiğinde ABD devreye girdi. Çünkü ABD epey bir zamandır Karadeniz'e açılmak istiyor ve bu bölge denizlerinde kontrolü dışında bir sistem gelişsin istemiyordu. Karadeniz ise bir iç deniz olduğundan uluslararası hukuk buna müsaade etmiyordu. Balyoz Davasının BİRGEM Projesi ile ilişkisi bence bu yöndedir.

Sizin gördüğünüz kadarıyla mağdur askerlerin psikolojisi o zaman nasıldı, şu an nasıl?

Asker psikolojisi sivillerden farklıdır, biz her koşulda dayanıklı olmaya ve her tür zor şarta dayanmaya göre eğitiliriz. Psikolojik harbe de, araziye ve zor şartlara da alışık olduğumuzdan her ortama daha rahat adapte oluruz. Tabii elbette o günlerde çok zor zamanlar geçirdik. Psikolojisi bozulanlar oldu aramızda. Trajik bir örnektir, o dönemde içeride yatan subayların küçük çocukları babalarının orada görevde olduğunu zannediyorlardı. Hatta bir çocuk babasını ziyarete geldiğinde o gece babasıyla yatmak istediğini söyleyerek gitmek istemedi oradan. Aynı gün, o subay buna dayanamadı ve beyin kanaması geçirerek yaşamını yitirdi.

Süreç nasıl tersine döndü?

17-25 Aralık'tan sonra Yalçın Akdoğan'ın "milli orduya kumpas" çıkışıyla biz ışığı gördük. Kendimin ve bütün sanıkların bu açıklamadan sonra çıkacağını tahmin ettim. Anayasa Mahkemesi yeniden yargılama kararı verince iyice rahatladık.

Peki, TSK içinde hiç mi darbe planı yapan askerler yoktu?

Darbeciler illaki vardır ama darbe yapmak çok zor bir iştir. Askerin katı laikçi politikaları ve rejimin bekasına dair belli hassasiyetleri olduğu hepinizin malumu. Askeriyede var olan katı ast üst ilişkisi ve bilhassa kanunsuz emir denilen şeyin ast kadrolar tarafından tam olarak algılanamamış olmasını eleştirebiliriz. Zaten FETÖ medyası da Balyoz davalarında kamuoyunu bu argümanları kullanarak ikna etti.

BİZE ULAŞIN