Orkun Elmacıgil: Hakikatin bittiği yerde sosyal medya başlıyor

Hakikatin bittiği yerde sosyal medya başlıyor
Giriş Tarihi: 16.5.2016 12:25 Son Güncelleme: 16.5.2016 13:51
Orkun Elmacıgil SAYI:24Mayıs 2016
2013 yılındaki Gezi olayları sürecinde düşüncenin namusu sosyal medyaya gömüldü. Hem de öylesine derine gömüldü ki, aradan geçen üç yıla rağmen günümüzde doğrunun kıymetini hatırlatmak ve onu kanıtlamak için kendisini göstermemiz yetmiyor, aksine bizden onu cilalamamız ve parlatmamız bekleniyor.

Nurdan Gürbilek, 80'li yılların şehirli ve pop kültürünün, hayatın her alanına sirayet edişini kıymetli bir benzetme olan 'söz patlaması' kavramı ile betimler. O yılların apolitik lakin cüretkâr ruhuna uygun olarak görülebilecek bu tanımın, görüntü ve ses patlamasının çok, daha yoğun olduğu haliyle günümüzde karşımıza çıktığını görmek zor değil. Ne söylediğimizden çok onu nasıl ve ne kadar söylediğimiz önem kazanıyor. Fikrin, hakikatin peşinde dolaşmanın pahalı ve beyhude bir uğraş haline gelip, ses çıkarmanın en muteber kavram haline geldiği bu ahval içinde sosyalliği ve bir 'medium' (medya) oluşu oldukça şüpheli gözüken 'sosyal medya', bütün kavramların üstünde bir hayalet gibi dolaşıyor. Sosyal medya ve edebiyat, sosyal medya ve siyaset, sosyal medya ve ekonomi vs. Adeta zamanın ruhu haline gelmiş sosyal medya kavramı, Gürbilek'in tanımladığı söz patlamasının seri üretim haline geldiği, her şeyin bir timeline'ın akışı süresinde eskitildiği bir infilak silsilesi haline geliyor.

Bu silsile içinde hakikatin yeri nerede? Sosyal medyaya bütünüyle karşı çıkıp yadsımak bir çözüm mü yahut sosyal medyanın kendisi bir çözüm mü? Bu mevzuyu, Türkiye'nin toplumsal ve siyasi hayatının üstüne çöken Gezi Parkı süreciyle birlikte ele almak, sosyal medyanın neye, nasıl yaradığına, yalanı ne kadar koruyup, hakikati ne denli görmezden geldiğine yönelik iyi bir örnek oluşturacak. 2013 yılında 31 Mayıs'ı 1 Haziran'a bağlayan gece, Gezi eylemleri alevlendiğinde, 'sosyal medya' üstünde yayılan söylemleri hatırlayalım. Bu ruh, hakikatin yanına kendi üretilmiş doğrularını ekleyerek büyümeye çalışıyordu. Polis araçlarının ezdiği genç kızlardan, onlarca ölünün olduğu iddialarına, birkaç gün daha meydan işgal edilirse hükümetin 'anayasal' olarak düşürüleceğinden, ordunun yönetime el koymak üzere bulunduğu iddiasına kadar üretilen eğreti bilgiler üzerimize yağıyordu. Türkiye'de bir kesimin üstüne doğru yönelmekte olan bu öfke zinciri önüne yalanlar katarak büyüdü ve kadük bir şekilde siyasallaştı. İnançla söylenmiş yalanlar bize, herkesin yalan olduğunu bildiği yahut sezdiği şeylerin hakikat payesi almasına birkaç bin tweet'in yetebildiğini gösterdi. Filistin'deki İsrail zulmü altında öldürülen yahut yaralanan çocuklar Türk polisinin saldırısıyla öldürülmüş gibi gösterilirken, İspanyol polisinin tartakladığı bir kadın göstericinin fotoğrafı, Taksim'in ara sokaklarında çekilen gizli kareler olarak uluslararası medyaya ve sosyal medyanın dehlizlerine yayılırken gerçeği anlatan kanıtlarla konuşmak yetmedi. Gezi, kendi mizahını ve edebiyatını ürettiğini iddia ederken, her şeyin içini boşaltan bu alaycı ve hafif tavır, yalanın yayılma hızını artırdı.

Bu söz patlaması içinde, düşüncenin namusu sosyal medyaya gömüldü. Hem de öylesine derine gömüldü ki, aradan geçen üç yıla rağmen günümüzde doğrunun kıymetini hatırlatmak ve onu kanıtlamak için kendisini göstermemiz yetmiyor, aksine bizden onu cilalamamız ve parlatmamız bekleniyor. Gezi ve benzeri hareketliliklerin sosyal medya manipülasyonuyla arasına mesafe koymaktan çok, bu alengirli düzen içinde büyümesi, nesnel doğrunun değil kişisel inançlarımızın kıymetini artırdı. Herkesin hakikati kendi timeline'ının çizdiği sınırlar içinde kaldığı için, 'hangi dünyaya kulak kabartmışsak diğerine olan sağırlığımız' bugün yurdumuzda yaşanan nevi şahsına münhasır insanlık durumuna sebep oldu. Ülkenin bir kesimi, diğer kesiminin dediklerine fantezi, masal ve yalan gözüyle bakıyor.

Sosyal medyanın insanlar arasında iletişim kanallarını çoğaltması ve kişilerin birbirine ulaşabilirliğini artırmasını beklerken, karşılaştığımız şey kendi gerçeğini oluşturmaya çalışan yapay bir hakikat alanı oldu. İfade imkânlarımız ve araçlarımız artarken, ifadenin kendisinin bir tür sefalete ve sığlığa doğru gittiğini görüyoruz. Her şeyin 140 karakterle anlatılmasının gerektiği bu zamanlarda, şüphesiz aniden gerçekleşen, çarpıcı ve pazarlanabilir olana doğru yönelen akıllarımız, duygularımız bu yapay gerçekliğin tahakkümüne giriyor. Burada sıkıntı, sosyal medyayla iletişim kurarken dünyanın bizim dışımızda kalan bütün insanlarıyla esaslı bir iletişim kurduğumuza inanmamızdan ileri geliyor. Yani zarar, sosyal medyanın ne olduğunu anlayarak değil, ne olmadığının altını tam çizemeyişimizle başlıyor.

Görmenin, hissetmenin, akıl yürütmenin hızla itibarsızlaştığı çağda, söylenen sözlerin içeriğinin de bayağılaşması şüphesiz sistemi tasarlayan aklın bir ürünüydü. Bilincimizin elimizden alınıp, onun yalnızca tanınma/onaylanma ve kabul görme hazzına indirgendiği bu zamanda da sosyal medya eleştirisinin kolay bir iş olmadığı açık. Açık çünkü, bu yazı dahil, düşünmeye, bilince dair her çaba bir alkışlanmama tehdidiyle karşı karşıya. Bilinmiyor olmak, ilgiye mazhar olamamak, bütün insanların kâbusu olarak zihinlerin üstünde keskin bir kılıç gibi sallanıyor.

Müslüman kesimin sanığı olmaya alıştığı 'mahalle baskısı'nın sosyal medyada ve diğer bütün kamusal alanlarda tam zıt yönden aynı kesim üstünde kurulmasına karşı edilen sessizlik yemini de kurulan bu yalan düzeninin en önemli kaidelerinden biri oldu. Ne büsbütün içinde, ne de tamamen dışında yer alabildiğimiz bu düzenin içinde fikrin ve hakikatin namusunu korumak hem hiç olmadığı kadar zor hem de hiç olmadığı kadar elzem.

Eleştirmeliyiz, kandırıldığımızı bilmeliyiz, kandırılanın kandırana duyduğu güvene saldırmalıyız. Peki bu nasıl mümkün? Kısa bir yazıyla bir değer üretmekten bahsedebilir miyiz? Cevap evet olmalı. Her şeyimizin elimizden alınıp, onun imitasyonunun elimize verildiği bu çağda, simülasyonu, benzetmeleri ortadan kaldırmak için cesaret gerek. Salondan alkışlarla ayrılmayacağız belki ama adımlarımız hiç olmadığı kadar sağlam basacak. Evet, cümlelerimiz, Twitter'da aktığı gibi hızlı, kısa ibareler halinde değer bulmayacak, ama ortaya bir cümle bıraktığımız vakit, o cümle 15 dakika sonra unutulan bir tespit olarak silinip gitmeyecek; ya talibini bulacak yahut bizim davranışlarımıza yön veren bir dua olarak zihnimizde çınlayacak.

BİZE ULAŞIN