Beytullah Çakır: Koleksiyon yapmak için aşk ve para lazım!

Koleksiyon yapmak için aşk ve para lazım!
Giriş Tarihi: 2.2.2016 15:30 Son Güncelleme: 16.2.2016 11:42
Türkiye'nin en önemli koleksiyonerlerinden Mehmet Çebi ile koleksiyon yapmanın zamanla nasıl bir tutkuya dönüştüğünü konuştuk. Türkiye'nin en önemli koleksiyonerlerinden Mehmet Çebi ile koleksiyon yapmanın zamanla nasıl bir tutkuya dönüştüğünü konuştuk. Çebi, sanatın yatırım aracı olarak görülmesine karşı çıkarken, sanat eserinin de, o eseri seven kişiye gitmesi gerektiğini söylüyor.

Koleksiyonculuk deyince insanların aklına genel olarak bir biriktirme işi geliyor. Ama biliyoruz ki koleksiyonculuğun en basit tanımı bu. Oysa bu işte bir aşk var, sevda var. O sizi ilk nasıl yakaladı?

Koleksiyonculuğun en basit ifadesi bir şeyi biriktirmek. Bir defa yapılan koleksiyonun belli bir keyfiyette ve kalitede olabilmesi için önce o koleksiyonu yapan kişinin koleksiyon yapacak olduğu şeye bir muhabbet duyması, sevgi ve aşk duyması lazım. Hatta bunun çok daha ileri örnekleri bile var. Hüseyin Kocabaş diye rahmetli bir koleksiyoncu vardı. Adamcağız gözleri âmâ iken, kendisinde olmayan bir parça için kayık tutup Yunan adalarına gider ve orada eliyle çini bakardı. Onun tarihini, ustasını, hangi dönemde yapıldığını bilirdi. Ve düşünebiliyor musunuz, bunu eliyle yapardı. Sonra dünyanın parasını verip, o bir parça çiniyi alarak koleksiyonuna eklerdi. Bu akıllı adamın yapacağı bir iş midir?

Bunu aşktan başka bir kelime pek karşılamaz gibi…

Elbette. Bir aşk olacak ama aşkın yanında para da gerekiyor bugün. Maalesef böyle bir gerçeklik var. Yıllardır koleksiyon yapan biri, elinde olmayan nadir bir parça ile karşılaşınca ona değerinden fazlasını verebilir. Yani bazen tek olarak o parçayı düşündüğünüz zaman ona 10 lira yerine koleksiyonunuzla ifade edilebilecek şey olacağı için belki 100 lira da verebilirsiniz. Bu böyle bir şeydir. Hatta pulla ilgili bir hikâye anlatılır. Adamın birinde çok önemli bir pul var. Aynı pulun ikincisi bir yerde müzayedeye çıkıyor. Adam gidip 5 milyon pound verip pulu alıyor ve müzayededen sonra bunun bir tane olması lazım, o da bende zaten diyerek pulu yırtıyor. Evet, koleksiyon işinde böyle şeyler olur. Koleksiyonculukta demin de vurguladığımız gibi bir aşk ve muhabbet lazım. Mevzuyu çok derinlemesine bilmek gerekmiyor. Çünkü modern dünyada artık her iş ehline danışılarak yürütülüyor. Türkiye'de bilginin pek bir kıymeti yok ama Avrupa'da bir sanat uzmanı olmak önemli bir şeydir ve sanat uzmanı denilen adama bir şey sorduğunuz zaman bunun maddi olarak da bir karşılığı vardır.

Şimdi burada küratörler çok meşhur. Uzmanlar pek meşhur değil gibi.

Bizde sanat uzmanları nispeten var ama biz bu uzmanları bedava çalıştırıyoruz. Mesela ben de uzmanlık yapıyorum ama şimdiye kadar 'borcumuz nedir kardeşim' diyen birisine rastlamadım. Ama Batı'da böyle değil. Batı'da bir resimle ilgili bir uzmana danışıp görüş aldığınız zaman o işin bir karşılığı vardır. Ve bu öyle standart bir karşılık değildir. Mesela 100 milyon dolarlık bir Picasso tablosu alacaksınız ve ekspere bu konuda bir şey soruyorsanız, onun karşılığı başka bir şeydir, daha düşük maliyetli bir eser soruyorsanız onun karşılığı başka bir şeydir. Sonuçta adam bir riskin altına giriyor. Konu hakkında size bir rapor veriyor. Dolayısıyla siz o rapora güvenerek 100 milyon dolarlık bir parayı bu işe yatırıyorsunuz. Orada bu insanlar tabiri caizse 'kutsal insanlar' gibi düşünülüyor. Türkiye'de ise maalesef böyle bir şey yok. Burada üç beş tane hoca vardır diyelim hat ile resim ile ilgili, bunlara sorulur ve genelde bedava çalıştırılırlar. Ya da katalog başına çok cüzi bir para verilir. Hem sanata hem de sanat bilgisine hürmet etmemiz lazım.

Peki, koleksiyonculuğun belli kuralları var mı? Koleksiyoncu şunu yapmaz, bu malı almaz, bundan almaz, şuraya gitmez gibi…

Bu dedikleriniz dünyada geçerli ama Türkiye'de biz henüz bu noktada bir yere gelmiş değiliz. Bizim koleksiyoncumuz biraz maymun iştahlı. Mesela resim topluyor, ne bulursa alıyor. Tabii, bu bir açıdan biraz da para meselesi. Bulduğunu alma mantığıyla koleksiyon yapılmaz. Çok önemli bir koleksiyoner var, o anlatmıştı bana; ne bulursa almış 300-500 parça. Sonra bakmış bu iş böyle olmayacak, bir tane uzman çağırmış. Şuradan bana bir şey ayır ve bu ayırdığın şeylerin üzerinden ben bir koleksiyon yapayım demiş uzmana. Uzman 500 parçadan dört parça ayırmış. Bunları ya çocuklarına ver ya da müzayedeye koy sat ve bu yolda devam et demiş. Bu iş böyledir. Ne topladığını bilmek lazım. Koleksiyonunu yaptığın şeylerin dünya sanatı içinde bir kıymet ifade etmesi lazım. Üzerine doktora tezi yapılabilecek bir kıvamda olması gerekiyor. Bunun da yolu ne aldığını bilmekten geçiyor. Mesela resim olarak düşündüğümüzde bizim 150 senelik bir tarihimiz var. Osman Hamdi ve primitiflerle başlayan ve günümüze kadar gelen bir tarih. Şimdi bugün resim koleksiyonu yapacak bir adamın her bulduğu şeyi almasından ziyade Türk resmini dönemlere ayırarak, dönem koleksiyonu yapması Türk sanatı için de önemli bir şey olur. Çünkü bazı eserler bazı koleksiyonlarda toplanırsa daha sonra gelecek olan sanat tarihçilerinin ve sanatseverlerin o mevzuya bakıp oradan bir yol çizmeleri mümkün olur. Örneğin bir koleksiyoner sadece 1914 kuşağı toplasa bu derya gibi bir şey olur.

Türkiye'de böyle bir yönelim yok bildiğim kadarıyla…

Şu an Türkiye'de resim koleksiyonu yapanlar, iki döneme ayırarak biriktirme işi yapıyorlar. Birincisi 1914 kuşağı ve Cumhuriyet dönemini kaplayan klasik dönem ve sonrasını kuşatan çağdaş, modern dönem. Ama bu dönemler sadece kendi aralarında 10 alt döneme ayrılacak dönemler aslında. Bir de dünyada yalnızca bir tek insanın koleksiyonunu yapan insanlar var. Bu bahsettiğim tabii ki çok ileri noktalar Türkiye için ama bu noktalara gitmeyi hedeflemek lazım. Bu noktalara gitmediğimiz zaman ortaya böyle karman çorman bir şeyler çıkıyor. Bir de sanatçı dediğimiz adam her yaptığı şeyi çok güzel yapan adam demek değil. Her sanatçının çok iyi olan belirli dönemleri vardır. Başyapıt eserlerini icra ettiği dönemlerdir bunlar.

İyi bir koleksiyoncu bahsettiğiniz eserleri ayırt edebilecek kalibrededir değil mi?

Dediğim gibi aşkla yapıyorsa bu işi uzman kadar bilmese bile en azından ilk baktığında neyin ne olduğunu anlayacak kadar meseleye hakimdir. Türkiye'de böyle adam maalesef az. Çünkü insanlar çevrelerinden etkileniyorlar. Mesela bir arkadaşının evine oturmaya gidiyor, duvarda birçok ferman, hat, hilye-i şerif var, bizde neden yok isteğiyle başlıyor biraz işler. Ama bu da bir yerde iyi bir şey. Öyle de başlasa zaman içerisinde adamın bir kalitesi, sevgisi, kabiliyeti, muhabbeti varsa o bir tutkuya, aşka dönüşebiliyor. Bir de maalesef biz sanat eserlerine yatırım aracı gözüyle bakıyoruz.

Bizde hep zenginler bu işi yapıyor gibi bir algı var.

Sanat yatırım aracı olmamalı. Çünkü sanat eseri kendi çağında kutsal bir şeydir. Dolayısıyla sanat eserinin sevene gitmesi lazım. Parası da olsun hiçbir problem yok, ama öncelik sevene ulaşması olmalı. Biz bunu parası olanın eline verirsek o zaman ne olur? Bankada kasalar var, bizim de depolarımız var, oraya da kıymetli sanat eserlerimizi koyarız. Bugün Türkiye'deki birçok koleksiyoncu maalesef işte bu depolarda tutuyor koleksiyonlarını. Bu hoş bir şey değil.

Koleksiyonların bir de sergilenme aşaması var.

Dünyada en çok olan şey para. Paradan çok olan bir şey yok. En nadir olan şey ise gerçek bir sanat eseri. Bir mantıksızlık var bu işte. Dünyada en çok olan şeyle, en az olan şeyi alıp kendi koleksiyonuna koyabiliyorsun ve ona muhalif olabiliyorsun. Bu yanlış bir şey. Bazı büyük sanatçılar herkese eser satmazmış. Çünkü ona karşısındaki insanın vereceği kıymeti görmek istermiş. Hatta Türkiye'den de bazı sanatçılar var. Bir kısmı rahmetli oldu. Sen resmi alıyorsun ama 'Bu resmi nereye asacaksın, bana bir göster bakalım' deyip resmin evde ya da ofiste asılacağı yeri bile öğrenirmiş. Bugün her şey parayla ifade edilir bir hale geldi. Yani sanat eseri kendi kriterleri içerisinde değil de ne kadar para ettiği ile değerlendirilmeye başlandı. Bakın, Kenan Evren diye bir adam vardı bu memlekette. Bu adam sergi yaptığı zaman Türkiye'nin ünlü ressamlarından daha yüksek paralara eserlerini satıyordu. Ama o eserlerin bir sanat eseri olduğu manasına gelmiyordu bu durum. Hatta bir tane eseri var, 40 bin dolar gibi bir paraya satıldı. Üç beş yıl sonra bir müzayedeye çıktı aynı eser 200 dolara satılamadı. Böyle şeyler de oluyor. Bir dönem bizim paşalarımızın eşleri sanat meselesine dalmıştı. Bunlar tabii genel piyasayı ilgilendiren ciddi örnekler değil. Yani sanat eserinin ne olduğu ile ilgili ciddi bir problem var, bu soru çok sık soruluyor. Çok mantıklı cevap veren de yok. Nedir sanat eseri? Dünyada sanat eleştirmenleri var, küratörler var, sanat yazarları var, galeriler var, koleksiyoncular var. Bunların ortak olarak kabul ettiği, bu sanatçıların sanat eseri diye ürettiği esere sanat eseri denir diyorlar. Bu iş de bazen kabak tadı veriyor.

Buradan size gelelim. 4 bine yakın sanat eseriniz olduğu söyleniyor.

Bereketi kaçmasın diye saymıyorum ben.

İyi bir koleksiyoner saymaz derler.

Ama bir tahmin yapıyorum. Hat olarak çok daha fazla hat var elimizde. Resim belki daha çok var. Ama ben onları ticari olarak düşündüğüm için koleksiyoncuyum diye saymıyorum. Çağdaş hatla ilgili ise herhalde 5 binden fazla eserim vardır.

Türkiye'de en çok sizde var yanılmıyorsak çağdaş hat.

Şöyle diyebilirim, Türkiye'de benden sonra 50 kişiyi toplasanız benim kadar eseri yoktur. Ben 30 senedir bu işle uğraşıyorum. Dünyanın dört bir yanında bilfiil irtibatta olduğum, yalnızca ürettikleri eserleri bana satan sanatçılar var. Ve eskisi gibi değil. Şu anda binlerce sanatçı var. Bizim sanatçı meselesinde sıkıntımız yok. Yani İran'da hattatların üye olduğu bir dernek var. 12 bin tane kayıtlı hattat var. Yalnızca İsfahan'daki dernekte bunlar. Bugün Türkiye'de sayı olarak belki çok fazla hattat yok. Ama bir İran'da, Suriye'de, Irak'ta belki de binlerce hattat var. Bunların hepsi çok iyi kalitede olmayabilir. Ama yarısı olsun, dörtte biri olsun yine de binlerce insan var. Mesela ben Uluslararası Hilye-i Şerif Yarışması yapıyorum. Bunun için altı yedi ay kadar süre veriyorum. Metin veriyorum, şu yazılacak bu yazılacak diye. Yani elimizden geldiği kadar duyurmaya çalışıyoruz. Ama bundan hiç habersiz kimse kalmasın falan diye de çok büyük bir gayret sarf etmiyoruz. 800-1000 arası eser geliyor. Bu şu demektir; herhalde bunun 10 katı potansiyel var.

Türkiye'de özellikle belediyeler 'geleneksel sanat' adı altında her yerde kurslar açmaya başladı. Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?

Türkiye'nin sanat eseri icrası ve sanatçı çıkarması açısından en büyük engeldir bu. Hatta ben çok ilgili birisine, sen Türk sanatına hizmet etmek istiyorsan bu kursları kapat, diye söylemişimdir de. Oralardaki hedeflerimiz bizim sanatımızı sevdirmek ise buna yönelik bir yapıda işler yürütülmek isteniyorsa buna varız. Oradan bir sanatçı yetiştirme iddiasında değil de sanatsever yetiştirme iddiasında isek ona göre bir format yapmışsak bunu geliştirelim. Oradan sanatçı çıkmaz, hele klasik sanatçı hiç çıkmaz. Çünkü siz haftada üç beş saat hat dersi, tezhip dersi veriyorsunuz. İki sene sonra onlara diploma veriyorsunuz. Bu iş böyle olmaz. 10 sene çok ciddi şekilde bir üstadın dizinin dibinde diz çöküp o geleneksel ve klasik yöntemle bizim klasik sanatlarımızın eğitiminin yapılması gerekmekte. Bunu modernleştirmek falan diye bir şey söz konusu olamaz. İşin ruhu böyle gelmiş, böyle gitmesi lazım. Bir de icazet alındığı zaman mesele bitmiş değildir. Artık senin sanat yolculuğun yeni başlıyor diye icazet verilmiştir. İnsanın kendi yolunu ve tarzını bulması belki de icazet aldıktan 10 sene sonra olacaktır. Yıllarca çalışmanın sonunda bir kıvama gelinecektir belki de. Şimdi sen bunu üç beş saat dersle bir senede iki senede yaparsan olmaz. Bunların hiçbir kıymeti kalmaz.

İlgi doğru ama teknik anlamda yanlış yani.

Evet, çok yanlış. Bir de bizim çok sanatçıya ihtiyacımız yok. Yani dünyada her devleti temsil edecek üç beş tane sanatçı yeter. Bugün İngiltere dediğimiz zaman aklımıza ne geliyor? Dünya sanatında isim yapmış üç kişi geliyor. Amerika'da da, Çin'de de, Türkiye'de de bilinen üç sanatçı. Bizim, İslam dünyası için konuşuyorum, bunların karşılığında bir tane sanatçımız yok. Yani Türkiye'de dünya çapında bilinen üç tane ya da beş tane sanatçımız olsun, bu bize yeter. Binlerce sanatçıya ihtiyaç yok. Biz bu beş kişiyi kendi mevzusunda dünya starı yapabilirsek, bunun kurgusu ve reklamını güzel yapabilirsek bu birçok şeye fayda eder. İslamafobi diye bir şey var ya hani, ona bile çok büyük faydası olur. Geçenlerde bir şey söyledim herkes garip garip bakıp niye öyle diyorsun dedi. Afrika'nın balta girmemiş ormanlarındaki kabilelerin sanat eserleri dünya piyasasında bizden daha yüksek fiyatlara satılıyor. O sanatçılar bizim sanatçılarımızdan çok daha fazla tanınıyor. Kabile sanatı dediğimiz şey ilkel bir şey ama Picasso'yu bile etkilemiş.

Siz dünyada bilinen bir isim olarak Türkiye'nin bu konuda ilerlemesi için ne gibi adımlar atıyorsunuz?

Ben modern çağdaş hat sanatları ile ilgili bir gündem oluşturmak istiyorum dünyada. Bununla ilgili çok büyük sergiler yaptım yurt içi ve yurt dışında, 15-20 tane birçok dilde kataloglar hazırladım. Bunu sergilerle bilinir hale getirmek lazım. Ağırlıklı olarak yaptığım bütün sergiler hilye-i şerif sergisi. 20 senedir Türkiye'de hilyeyi herkesin bildiği bir şey haline getirdik, bir kulak dolgunluğu oldu. Bunu yurt dışında da yapmaya çalışıyoruz. Dünyanın en büyük firmalarına çağdaş hilyelerden koydum, Türkiye standartlarında çok iyi paralara sattım. Bugün Beyrut'ta yaşayan sanatçılar Türk sanatçılarının 10 katı fiyatlara satıyorlar. Aynı şekilde İranlılar, Filistinliler de öyle. Biz ise kendi içimizde bir piyasa döndürmeye çalışıyoruz. Dünyada bir milyon doları geçmediğiniz zaman sanat eseri olarak kimse sizi ciddiye almıyor. Bir kataloğa 70 tane ürün koyup, bir buçuk milyon dolara satıyorlar. En son New York'ta bir müzayedede 60 eserle bir buçuk milyar ciro yaptılar. Nasıl yapıyorlar bunu? Katar'ın eski başbakanı 180 milyon dolara bir Picasso eseri satın aldı. Bugün bu fiyatlara Anadolu'da bir ilçenin tamamını satın alabilirsiniz. O yüzden de biz bu rakamları söylediğimizde insanların gözleri açılıyor. Bizim bir yılda 80 milyon nüfuslu bir ülkede ürettiğimiz bütün sanatla ilgili değerler bir tane Batı resminin karşılığı etmiyor.

Burada devletin desteği bekleniyorsa bu tam anlamıyla maddi bir destek midir?

Şu anda sanat eserlerinden yüzde 18 KDV alınıyor, dünyanın hiçbir yerinde bu kadar yüksek değil bu rakamlar. Sanat devlet işi değil, bunu çok iyi biliyorum ama bizim gibi ülkelerde tekerleğin dönmesi için devletin buna biraz destek çıkması lazım. Amerika ve diğer birçok ülke bu işi böyle başardı. Yani devlet millet el birliği ile çözeceğiz bu işi. Özel sektör tabii ki ağırlıklı olarak işin içinde olacak ama bürokratik olarak engellerle karşılaşmayacak. Bir de şöyle bir şey var. Bugün Türkiye'de kültür ve tabiat varlıklarını koruma kanunu var. Yurt dışına çıkartacağımız tüm eserler için gidip müzelerden yurt dışına çıkmasında bir mahsur yoktur diye bir belge almak zorundayız. Ve eski eserlerin hiçbir şekilde yurt dışına çıkmasına müsaade etmiyorlar. Yani 70 sene önce yaşamış bir hattatın bir hilyesini, bir fermanını yurt dışında bir koleksiyoncuya satmak istediğiniz zaman devlet bu kanunla önünüzü kesiyor. Hâlbuki bugün en büyük İngiliz sanatçının eserini dahi müzayededen satın alıp kendi ülkene getirebiliyorsun. Siz bir eser üretiyorsunuz, bu sadece sizin ülkenizde kalırsa mı değerlenir yoksa yurt dışına açılırsa mı? Niçin bizim el yazması Kuranlarımız, fermanlarımız, hilyelerimiz çok komik rakamlara satılıyor? Bir sebebi de bu. Yani Katar Müze, Türkiye'de İstanbul'da yapılan bir müzayedeye katılıp o müzayededen bir eser alıp kendi müzesine koyamıyor. Kanun bunu engelliyor.

Normalde nasıl olması gerekir peki?

Siz niye kendi elinizdeki değeri kıymeti yalnızca Türkiye'deki üç beş tane koleksiyoncunun inhisarına bırakıyorsunuz ki? Bırak 100 kişi o esere sahip olmak için mücadele etsin. Yani fiyat sanat eserinin kalitesiyle ilgili bir değerlendirme ölçüsü değil ama sanatın ve sanatçının dikkat çekmesi için önemli bir unsur. Siz dünyanın en büyük sanat eserini ürettiniz, 5 bin 10 bin dolara satıyorsunuz, bundan kimsenin haberi olmaz. Ama siz bir sanat eseri ürettiniz ve 10 milyon dolara satıyorsunuz dünya piyasasında, herkesin haberi olur. Niye Damien Hirst'i herkes biliyor? Bir tane kuru kafa serisi var onun, üstüne birkaç milyon dolarlık pırlanta koydu, 100 milyon pounda sattı. Bir tane ineğin içini boşalttı, bir camekâna koydu, boynuzlarına biraz altın varak yaptı, bilmem 'öküzün gördüğü rüya' falan diye de bir isim koydu, 20 milyon dolara sattı. Adamın baskıları 70 bin, 100 bin, 200 bin dolarlara, poundlara satılıyor baskı sayısına göre. Sen bugün Türkiye'nin yaşayan en önemli hattatına bir sene uğraştırarak bir hilye yazdır, iki sene uğraştırarak da tezhip yaptır, satacağın fiyat Damien Hirst'in baskısından daha azdır. Ne konuşuyoruz o zaman? Üç sene uğraşacaksın, iki tane sanatta da zirve olan adamı yan yana getireceksin, bir eser ortaya çıkartacaksın, ondan sonra da Damien Hirst'in baskısından daha ucuza satacaksın.

Bu eserleri seçerken ilginç hikâyelerle karşılaştınız mı hiç? Mesela pat diye böyle çok aranan, çok bilinen ama bir türlü ulaşılamayan bir eser çıktı mı karşınıza?

'Sen dağın altında bile olsan, nasibin sana isabet eder' sözü var ya, bu öyle bir iş. Mesela Mekke'de gördüğüm ve çok iyi para teklif ettiğim, ama satın alamadığım eseri Londra'da müzayedede benim teklif ettiğim paranın 10'da birine aldığımı biliyorum. Mesela Avrupa'dan bir arkadaş bir fotoğraf gönderiyor bana. Abi böyle bir hat var, işte şu kadar bin dolar diyor. Mesela 55 bin dolar diyor, 40 bin dolara alalım bunu diyorum. Yok abi vermiyor adam diyor. Atlıyorum uçağa mesela Cenevre'ye gidiyorum, kalacağımız otelin sağında bir dükkân, dükkânın camekânına bir bakıyorum bizim eser orda. Ne kadar bu? diyorum, 15 bin dolar diyor. 12'ye olmaz mı? diyorum, olmaz 13 olsun diyor, alıyorum geliyorum mesela. Bunlar oluyor. Bir de tabii bu iş son derece az insanın bildiği bakir bir saha. Mesela adam evinden bir eser getiriyor, Osmanlı dönemine ait deri üstüne el yazması bir eserim var diyor, bakıyorsun orijinal dediği taş baskı. Bunun tersi de oluyor. Adamın Osmanlıcası yok, 250 bin dolarlık esere 5 bin istiyor, vicdanın varsa bunun değerli bir eser olduğunu söylüyorsun.

Hilye-i Şerif'e neden bu kadar önem verdiğinizi merak ettik bir de?

Hilye-i Şerif bence, bizim sanatımızın Resulullah Efendimize getirdiği salatu selamın bir ifadesidir, izdüşümüdür. Salatu selam yalnızca dille yapılan bir şey değildir. Bir Müslüman sanatçının salatu selamı eseriyle nasıl yaptığının karşılığıdır hilye-i şerif. Şiirde bunun karşılığı naat-ı şeriftir.

Teşekkür ederiz.

MEHMET ÇEBİ KİMDİR?
Trabzonlu bir ailenin çocuğu olarak İstanbul Süleymaniye'de doğdu. Liseyi Bakırköy İmam Hatip Lisesi'nde bitirdi, lisans eğitimini İstanbul Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi bölümünde tamamladı. İktisat Fakültesi Sosyal Siyaset Anabilim Dalı'nda yüksek lisans yaptı. Mehmet Çebi'nin koleksiyonunda 3000 civarında hat sanatı bulunmaktadır. Bunların büyük çoğunluğunu Hilye-i Şerifler oluşturmaktadır. Yaklaşık 2500 de tespih sanatı bulunmaktadır. Ayrıca çok sayıda da fermanı mevcuttur.

BİZE ULAŞIN