Hüsrev Hatemi: Sevgi yarası şifa kabul etmez

Sevgi yarası şifa kabul etmez
Giriş Tarihi: 4.1.2016 17:10 Son Güncelleme: 22.1.2016 12:09
Hüsrev Hatemi SAYI:20Ocak 2016
Tıbbın ilk devirlerinden beri kullanılan bitkisel ilaçlarla 20’nci yüzyıla kadar gelinmiş, 20’nci yüzyılda bulunan Salvarsan, İkinci Dünya Savaşı’ndan önce sülfonamidler, savaş sürerken bulunan Penisilin, savaştan sonra bulunan Streptomisin ve İsonikotinik asit gibi ilaçlarla itibarı artan ilaç endüstrisi, merkantilist anlayış ile eski bitkisel ilaçların itibarını sarsmıştır. Fakat bunun nedeni bitkisel ilaçlara karşı inanç yokluğu değil, ticari kaygılarla yapılan küresel manipülasyondur. Şifâ-pezîr şifa bulabilen, Şifâ-nâpezîr ise, iyileşme kabul etmeyen yara veya hastalık demektir. Batı dillerinde 'şifa' bir hastalığın iyileşmesidir: Türkçe sağaltma veya sağaltım, şifa kelimesini karşılar. Tedavi ise 'kür, cure' kökünden türeyen kelimelerle veya 'treatment, behandlung' gibi kelimelerle karşılanır. Herhangi bir sağduyu sahibi Batılı, "Şu kelime Grek öteki de Latin, ben Germenim veya Fransızım" demez, böyle yapmadıkları için Batı dillerinde şifa nâpezir bir kelime fakirleşmesi yaşanmamıştır. Bizde ise, önce çok iyi niyetlerle başlayan Türkçeye yönelme hareketi, 1950'den sonra Bayar'a ve Menderes'e gıcık olan Nurullah Ataç gibi bir dil istismarcısı elinde çok ilerilere vardırılmış, dilciler arasında artık Öz Türkçecilik, Türk diline saygı ve sevgi olmaktan çıkarak bir siyasi muhalefet bayrağı olmuştur. Birinci dönem Türkçülerin bulduğu güzel karşılıkların yerini bazen güzel bazen gülünç karşılıklar almıştır. Bir örnek "Gökçe yazın, aksazak üzerine kara cücükler dizmek değildir (Nurullah Ataç)." Yani edebiyat kâğıt üzerine harfler dizmek değildir. Başka bir örnek: "Her nen görecedir de her nenin görece olduğu ilkesi görece değildir (Nurullah Ataç)." Yani: Her şey görecelidir (izafi) fakat her şeyin görece olduğu ilkesi görece değildir. İşte Ataç ve ona uyan laylaylom dilcilerin marifetiyle, Türkçe öyle bir kelime fakirliğine uğradı ki, Reşat Nuri ve Halide Edip Adıvar'ın eserleri bile sadeleştirilerek basıldı. Hâlbuki Yapı Kredi'nin bastırdığı Sabahattin Ali eserlerine bakın. Hem mahvedilmemiş durumda hem de anlaşılıyor. Yakup Kadri'nin de bu tahripten Murat Belge sayesinde kurtulduğunu işitmiştik. Doğru mu bilmem, Murat Belge çok şükür hayatta amma velakin bu duyduğumun belgesi bende yok.

Şifa, salah, nüks, nekahet 1960'lara kadar bilinen ve kullanılan kelimelerdi. Sonra bir de baktık ki bazı hekimlerin dilinde 'sağaltım'dan başka bir şey kalmamış. Sağaltım, iyileştirme, şifa verme demektir. Bu Türkçe kelimeyi neden sevmeyeyim? Ben de bir Azeri Türkü olarak Türkçe kelimeleri severim, ama el insaf! Tedavi muhakkak şifa ile sonuçlanmaz. Bu sebeple de, tedavi etmeye sağaltım denmez. Bazen 'salah' ile yani hastalığın daha iyi olması fakat tamamen iyileşmemesiyle de sonuçlanır. Bu salahtır, şifa değil. Nekahet ise konvalesansı karşılar, yani atlatılan bir hastalıktan sonra şifayı bekleme dönemidir. Yahya Kemal bu kelimeyi aşk acısı için de kullanır "His var mı bu âlemde nekahat gibi tatlı/Gönlüm bu sevincin heyecanıyla kanatlı" der. Yahya Kemal gibi Âşiyan Mezarlığı'nda yatan Köseraifpaşazade İhsan Raif Hanım da, aşkının karşılık görmediğini düşünerek, düşsel bir hekime sorar, "Söyle var mı fenn-i tıpta hiç sevilmek çâresi?" Tedavinin muhakkak şifa ile sonuçlanmayacağını bize bir Latince söz de söyler, "Natura sanat, nedicus curat", yani "İyileştiren doğadır, hekim tedavi eder."

Canlılar acıdan kaçar, iyileşmek isterler. Bazı hayvanlar yara iyileştirici pomad gibi, tükürüklerini kullanarak yaralarını iyileştirmeye çalışırlar. Kediler, temizlik maksadıyla yuttukları tüylerin midelerinde taşlaşıp sindirim yollarını tıkamaması için bazen ot yerler. Bu onları kusturur ve midelerindeki tüylerden tamamen veya kısmen kurtulurlar. Bu bir içgüdüdür, şimdiye kadar hiçbir hekim veya diyetisyen, televizyondan veya bir gazete köşesinden, "Çok zararlı bir adettir bu. Ot yemeyin sayın kediler" demediği için bu faydalı içgüdü sürmektedir. İnsanlar da bin yıllar boyu, çeşitli bitki ve sebzelerin faydalarını gözlemlemiş, neyin faydalı neyin zehirli olduğunu anlamaya başlamışlardır. İlk tıbbi bilgilerin vahiy kaynaklı olduğunu söyleyenlere de kızma hakkımız yoktur. Bu bir izah şeklidir. Karıncalara, arılara disiplinli toplum hayatını kim öğretmiş olabilir? Allah'ın vahyidir diyenlere 'canın cehenneme ey non-bilimsel yaratık' demeye de hakkımız yok. Bu olayları materyalist açıdan izah edenlere de 'dinsiz' diye saldırma hakkımız yoktur. Yaratılış sırlarını biz biliriz şeklinde düşünceler hiçbir insanın haddi değildir. Aşk ve şevk ile bilimle uğraşır, inançlı biri isek de, harikalar karşısında Allah'ı överiz.

İsteyen Tanrı ilhamı, isteyen sadece gözlem gücü desin, insanlar giderek bazı iyileştirici otlar veya maddeler tanıdılar. Bazı insanlar bu faydalı ilkel ilaçları, diğer insanlara önermeye başladılar. İlk hekimlerin bazıları sihirbazlık şeklinde, başka bir deyimle büyücülük şeklinde hekimlik yapıyordu (Şaman rahipleri, sihirbazlar, Türklerde kam veya Baksılar.) Bazıları bu tedavi tipine ot ve kökleri de karıştırıyordu. Bergama Asklepion'unda telkine dayanan mistik tıp yöntemleri hâkimdi. Eski Mısır'da ve İbranilerde dinsel tıp ile herbalizm (Türklerde otacılık) birlikte idi.

Eski Yunan'da ve milattan beş yüzyıl önce ortaya çıkan Hipokrat gerçekten tıp biliminin babası sayılmaya layıktır. Belki Hipokrat'tan önce de başka tıp bilginleri yaşamıştı. Fakat Hipokrat, hastaları gözlemlerken, gördüklerini tarafsız olarak kaydediyor, o çağda öldürücü hastalıklara karşı kullanacağı etkin ilaçlar olmadığından hastalarının ölümlerini de kayıtlarında dürüstçe belirtiyordu. Hem teknisyen, hem filozoftu. Tıp mesleğine ilkeler ve Tıp Yemini'ni getirmişti. Yani, Hipokrat'ı saygıyla anmak Grek hayranlığı değildir. Bütün büyük İslam hekimleri Hipokrat'ı 'Hekim Bukrat' adıyla ve saygıyla anmıştır. Tıbbın ilk devirlerinden beri kullanılan bitkisel ilaçlarla 20'nci yüzyıla kadar gelinmiş, 20'nci yüzyılda bulunan Salvarsan, İkinci Dünya Savaşı'ndan önce sülfonamidler, savaş sürerken bulunan Penisilin, savaştan sonra bulunan Streptomisin ve İsonikotinik asit gibi ilaçlarla itibarı artan ilaç endüstrisi, merkantilist anlayış ile eski bitkisel ilaçların itibarını sarsmıştır. Fakat bunun nedeni bitkisel ilaçlara karşı inanç yokluğu değil, ticari kaygılarla yapılan küresel bir manipülasyondur.

Herbalizm, tıp biliminin haksız olarak çatı katına attığı araçlarını yeniden hatırlamasıdır. Aktar sadece satıcıdır. Tıp ve eczacılık fakültelerinde bitkisel ilaçlarla ilgili eğitim takviye edilmeli, fakat çağdaş tıp eğitimi ve yöntemleri asla itibarsızlaştırılmamalıdır. Tıp biliminin itibarsızlaştırılması devam edecekse, niye bu kadar masraf ediyoruz? Sağlık ocaklarında doktor olmayan ot-kökçüler hastalara maydanoz suyu sürsünler, ayrıca Edirne'den Ardahan'a kadar tellallar çıkaralım, "Vatandaşlar şunu yemeyin bunu yeyin haaa" diye bağırsınlar. Doktorlar, hemşireler, sağlık memurları da hem dayaktan kurtulurlar, hem arka planda 'doğru söylüyor bu vatan evladı, inanın' diye tellalların arkasından yürürler. Eski masallar "Pire berber iken, deve tellal iken" sözleriyle başlardı. Şimdi de "Tellal doktor iken, otçu eczacı iken" diye başlasın belki birkaç yüzyıl sonra bir Hipokrat gelir ve ahvali yeniden ıslah ve tanzim eder.

*Hastaları iyileştirme mucizeleri gösteren Hz. İsa, bir daha bu dünyaya gelse bile aşk hastası şifa bulmaz.
BİZE ULAŞIN