Meryem İlayda Atlas: “Yaşandı bitti saygısızca”

“Yaşandı bitti saygısızca”
Giriş Tarihi: 7.8.2015 15:53 Son Güncelleme: 10.8.2015 10:03
Meryem İlayda Atlas SAYI:15Temmuz-Ağustos 2015
Son birkaç yıla gelene kadar; 'aşk şarkısı' olduğu söylenen şarkılar hiç bu kadar hırçın olmamıştı. Sevgiliye bir okkalı laf etmek, hakaret etmek, intikam almak, alem içinde rezil etmekle tehdit etmek ve hatta mümkünse rezil rüsva etmek gibi bir hırs ve söylem hakim değildi. Maalesef bügün hepsi çok yaygın ve örnekleri bol. 19'uncu yüzyıl sonlarında İhsan Raif Hanım, ahşap bir masanın üzerinde yazdığı "Kimseye etmem şikâyet / Ağlarım ben halime" dizelerini kim bilir nasıl bir halet-i ruhiye içinde ve ne için yazmıştı? Daha sonraki yıllarda Kemani Serkis Efendi bu eseri bestelediğinde kalbinde kopan fırtınaları sezdirmeden için için ağlayanların şarkısı haline geldi bu sözler…

Hariçten gazel okumanın yasak olduğu bu yıllarda 'Ay, gökte hayale, hisse kaynak' olur, sevgiliden mektup ve haber beklenir, gelmezse 'Söyle de bileyim, bıktın mı benden?' diye sitem edilirdi. Aşk vardı, hüzün vardı, Mehmet Rauf'un romanlarında aşkına karşılık bulamayınca üzüntüsünden sararıp solup, o Büyükada'daki evde ölüp giden maşuklar vardı. Bir ahlaksızlık, haksızlık karşısında öç almaya çalışılmaz, intikam duygusundan eser olmaz, boyun bükülür, inleyen nağmeler ruhumuzu sarar, içinde hep şarkılar olan rüyalara dalınır yahut en fazla 'bir fincan kahve kadar hatırının olmadığına' vahlanılırdı.

Kıskançlık duygusu Ahmet Hamdi'nin Huzur'undaki Talat Bey'in 'mahur beste'sinde hayat bulur, özlem, kalp kırıklığı, naif cümlelerin intikam hırsını çok teğet geçtiği derin bir melankolinin parçası olurdu. Efkârla gözlerini semaya kaldırıp iç geçirenler, "Gökyüzünde duman duman bulutsun, söyle seni kalbim nasıl unutsun" diyerek tıngır tıngır bir şeyler mırıldanırdı. Ah bu şarkıların gözü kör olsun…

Bütün örnekleri burada sıralamak mümkün değil elbette. Lakin bir yüzyıllık zamanda 'aşk'ın ifade biçimleri, ilişkiler, kıskançlık, özlem, anlaşmazlık, haksızlığa uğrama, terk edilme gibi hisler günümüzde nasıl bir ifade biçimi kazandı, nasıl bir evrime uğradı, ona biraz bakmak istiyorum.

"Neler Oluyor Hayatta"

Hatırlayalım, günümüze çok yaklaşmasına rağmen, Özdemir Erdoğanlı yıllarda hâlâ 'Baharda kuşlar gibi', 'Bana ellerini ver' gibi sakin, dingin, bahar gibi, aşk şarkıları söylenirdi. "Kalsam çöllerde, çalsam bir gün kapını, bana su verir misin?" diyen Nilüfer, aynı naiflikten besleniyordu. 'Sensizlik bir ölüm sanki', 'Sigaramın dumanı da dumanı', 'Gençlik başımda duman, ilk aşkım ilk heyecan' şarkıları, terk etmek ve kavuşmak duygusunu bir arada yaşatır, hüzünlendirir ama ağlatmazdı. En keskin meydan okumanın 'Seveceğim, gezeceğim, görürsün sana neler edeceğim' şeklinde bir kıskandırma veya 'Sen de benim hatalarımdan birisin, senin için harcanan zamana yazık, sen en güzel duyguların katilisin' şeklinde bir hayıflanma olduğu yıllardı.

Bir dönem dünyada hâkim olan hümanizmanın etkisi ile Leyla Mecnun göndermeleri bile toplumsal gerçeklikten payını alırken, diğer şarkılar bir sevgiliye gönderilen sevgi mesajları ile beraber, 'sevmişken herkes birbirini sevsin, Pareto Optimum'u bulalım' mantığında bütün topluma söylenmiş, aşk, sevgi, barış ve kardeşlik şarkılarıydı. 'Hoşgör sen, affet gitsin aldırma', 'Bu ne dünya kardeşim', 'Sev kardeşim', sevgiliye gelince ise 'Boş ver boş ver arkadaş, başka bulursun, bütün kalbin sevinçle neşeyle dolsun, en kötü günlerimiz hep böyle olsun, mutluluklar bizimle elem yok olsun' temennileri zamanın ruhunu yansıtıyordu.

Bu dönemin ürünü olan ve aşk klişeleri haline gelip dilimize yerleşen 'Aşk dediğin laftır derler', 'Son verdim kalbimin işine', 'Ya seninle ya sensiz', 'Alışmak sevmekten daha zor geliyor', 'Her sevda bir veda' gibi şarkılar günümüz şarkılarındaki gibi intikam hırsı dolu bir meydan okumayı, azarlamayı, değil, kuvvetli bir affetme hissi uyandıran reddiyeyi, günün sonunda bağışlamayı ve boş vermeyi öğütlüyordu.

MFÖ'lü yıllarda aşk şarkıları daha eğlenceli bir hal almıştı. Üstüne bir de Barış Manço'nun domates biber patlıcanlı, süper babaanneli toplumsal gerçekçilik kokan şarkılarıyla aşkın dili Zeki Müren soyutluğundan sıyrılmıştı belki de. Bu dönemin duygusal şarkıları ise Nilüfer'in 'Kavak yelleri, Kar taneleri, Yağmurlu bir gündü, Caddelerde rüzgâr, aklımda aşk var, Dağlara şimdi akşam çöktü, Deniz gözlerin nerde' gibi doğadan ve doğa olaylarından esinlenmiş içli pastoral parçalarıydı. Tabii toplumsal gerçekliğin işlendiği ve çok sevilip hâlâ dinlenen 'tamirci çırağı' ve 'fabrika kızı' gibi şarkıları da unutmayalım. 70'lerin neşesi, vurdumduymazlığı kaybolmuştu belki ama her şey çok duygu doluydu.

90'lı yıllar kesinlikle iki koldan ilerliyordu: Bir yanda Kayahan'ın aşkı elle tutulur ifade etme şekilleri, bir yanda ise Sezen Aksu'nun ve o dönemde Sezen tarafından desteklenen pek çok pop starın şarkılarındaki ille de soyut kalma arzusu… Bir yanda 'Odalarda ışıksızım', 'Bir yemin ettim ki dönemem', 'Sarı saçlarından sen suçlusun', 'Atın beni denizlere' gibi insanın içinde bulunduğu haleti ruhiye ile ilgili net bir içerik sunan şarkılar vardı. Zerrin Özer'in 'Merdivenli sokakta ayrıldık hatırlarsın' gibi net konum bildiren şarkısını da hatırlayalım yeri gelmişken. Diğer yanda ise 90'lı yıllarda çocukluğumuz, Sezen Aksu menşeli şarkılarda anlamadığımız kodları çözmeye çalışmakla geçiyordu. Sertap'ın 'Vurulduk, ince ince ayrılıklara bölündük, ne renk ne ışık var her şey ne kadar ortalama' sözleri ile kimi kastettiğini anlamaya çalışırken, Levent Yüksel'in 'Dallarına kar yağıyor Tuana, ay, yüreğine ayaz vurur da sen üşürsün oralarda' dediği yer neresiydi, kimdi bu Tuana, kestirmeye çalışıyorduk. Sezen şarkı sözlerinin 'Demlerim oldu son akşamlarda, bir nefeslik duraklarda çiçek açtım' hayalperestliğinde kayboluyorduk.

Burada sayamadığım o kadar çok örnek var ki, o yıllar Seyyal Taner gerçekliğine maruz kalmış, 'Bir âlemdir akşamcı Arif' diye bir şarkı dinlemiş ve Ajda Pekkan'ın 'Kâbus gibi gelme üzerime' şarkısını çok uzun süre 'Namus gibi gelme üzerime' şeklinde anlamış, bir türlü anlam verememiştim. (Yanlış anlaşılan şarkılar bahsini hiç açmayalım, onun için ayrıca birkaç makale yazacak kadar malzeme eminim çıkar.) Nitekim burada sınırlı satırlarda değinemediğim popüler kültürün binlerce şarkısının ve aslında ondan çok daha renkli olan arabesk parçaların içeriğini irdelemek değil niyetim. Zannederim, son birkaç yıla gelene kadar 'aşk şarkısı' olduğu söylenen şarkılar hiç bu kadar hırçın olmamıştı. Sevgiliye bir okkalı laf etmek, hakaret etmek, intikam almak, âlem içinde rezil etmekle tehdit etmek ve hatta mümkünse rezil rüsva etmek gibi bir hırs ve söylem hâkim değildi. Maalesef bugün hepsi çok yaygın ve örnekleri bol.

Üniversite okuduğum 20'li yaşların ilk yarısında bile, Yalın, Deniz Seki, Yaşar gibi şarkıcıların, 'Sevda sinemalarda', 'Aşk mısın dert misin' gibi şarkılarının bugünle karşılaştığımızda mistik bir içerik taşıdığını bile söyleyebilirim.

"Seni çöpe atsam poşete yazık"

Nasıl oldu bilmiyorum, galiba her şey, bir zamanlar 'Karabiberim, vur kadehlere' gibi oryantalist şarkılar yapan Serdar Ortaç'ın bilemediğimiz bir nedenden öfke nöbetine tutulması ile başladı. Arkasından hepimizi töhmet altında bırakan 'Binlerce dansöz var' şarkısı geldi. Klibinin başlangıcı Kuzey Kore'de bir ilkokul müsameresinde 'rap rap rap' diye çekilmiş hissi uyandıran bu şarkı hepimizi bir silkeleyip kendimize getirdi. 'Affet diyen kim, ez geç diyen kim, aşktan çeken kim, benim kadar' diye isyanını dile getiren şarkı, aşk acısı yüzünden hepimizi mahveden şarkılar furyasını da başlatmış oldu. O günlerde konuyu daha ileri götürüp kişiselleştiren, Lara'nın 'Adam gibi adam, o da bize rast gelmez' şarkısı sahillerde bol bol çalındı. Bu şarkı gerçekten büyük bir toplumsal gerçekliğe işaret ediyordu. Çocukluğumdan beri muhakkak şarkılarının bir parçasını yanlış anladığım Kenan Doğulu'yu ise, yok, bu sefer yanlış anlamamıştım, resmen 'Aman da hadi kalk çakkıdı çakkıdı' gibi başka dilden bir şeyler söylüyordu. Bu dil karıştırma denemesi dalgası zannederim 'Shake it up şekerim' ile son buldu.

Her ne kadar Kıraç, aynı yıllarda 'Eski bir gelinliğe, bir bakır bileziğe, annemden kalma bir yüzüğe, razıysan gel benimle' diyerek idealist romantizmini korumaya çalışsa da artık devir bakır bilezik, eski bir yüzük devri değildi. Bu devrin kadınları, ne münasebet canım, paran yoksa evlenme der ve daha sonra kestiremediğim bir şekilde ağzının payını verip konuyu 'bunun cimri annesi bir yüzük bile almadı' noktasına getirirdi. İbre yönünü romantizmden, idealizmden, soyut aşk acısından çevirmişti bir kez. Bu devirde kimse şah ve padişah değildi, herkes rütbesini bilecekti.

Bu isyan halindeki furyaya direnenler arasında Hakan Peker, Ege gibi şarkıcılar da vardı ama piyasa koşullarını her zaman iyi takip eden Mustafa Sandal, nihayet 'Aşka inancım kalmadı' diyerek duruma açıklık getirdi. 'Atarlı' şarkı yapmanın kurucu önderi Hande Yener ise zaten kariyerine 'Sana kırmızı çok yakışıyor' diyerek hızlı bir giriş yapmıştı. İşte bu dönem hâlâ, 'Kızımız olacaktı, gittin küçüğüm', 'Denizleri aş da gel' kafasında olan İzel'in de sahneden silinmesi anlamına gelecekti. İzel'in 'Yelken açıp gidelim, görünmeden gece sahilden' romantizminin zaten 'O şimdi asker, canı neler ister' veya 'Ben senin olmadığın kutupta bile güneşlenirim' şeklinde mesajını dinleyiciye çok net ulaştıran parçaların karşısında tutunma imkânı yoktu. Bu süreç, 'Bebeğim' adında bir şarkı bile üretmiş Burak Kut'un 'Komple it is' gibi herkesin ne olduğunu anlayabilmek için YouTube'a 20 değişik şekilde yazıp aradığı şarkılar yapmasına sebep oldu.

Beni en çok şaşkına çeviren, bir kafede duyduğumda, doğru mu duydum acaba diye kulak kabartan, sonra arkadaşımın evet ya bu şarkı Balzac'tan bahsediyor dediği Tuba Özerk'in 'Sana da lo lo lo yaparlar artık' şarkısı. Şarkının içinde şu sözler aynen geçiyor; "Honore de Balzac, Vadideki Zambak, bu çok uzun bir hikâye kaldır başını bak… lo lo lo…" Vadideki Zambak kitabı şarkının klibinde de var. Felix'e olan aşkını hiçbir zaman söyleyemediği için sonunda ölüp giden Madame de Mortsauf'a selam!

Rober Hatemo'yu bir kereye mahsus çok meşhur eden şarkı; kendisine talip olan bir kadına 'Biiir çok sıkıldım, ikiii yerim çok dar, senden çok var' diye saydırması olacaktı. Seveni veya sevdiğini azarlayarak had bildiren parçalar zincirini 'Allah belanı versin' diye bela okuyarak kıran İsmail YK'nın standardını ise henüz aşan olmadı.

Kral TV'nin ekranı gittikçe uğursuz, mafyavari bir hal almaya, gri bulutlar gezmeye başladı. Elif Karlı diye bir şarkıcı 'Bizim oranın adetleri, meşhurdur cinayetleri, yanına bırakmam ben senin…' diye tehditler savuran bir şarkı ile meşhur oldu. Neyse... Daha acayibi, Elif Karlı'nın bir sonraki şarkısının da adının 'Vururum ben seni' olmasıydı. Sonra ne oldu bilmiyorum, belki emniyet güçleri bazı tedbirler aldı ve şükür ki bugünkü şarkılarda bu kapışma salt 'kötü bir ağız dalaşı' şeklinde tezahür ediyor ve bugün kabadayı âşık modeli şarkısı yerini 'sen kimsin ki lan, yürek mi yedin, neyine güvendin, bas git' içerikli bir şekilde Kenan Doğulu'nun açtığı 'önce rütbeni bilicen' çizgisinden devam etmekte. O halde Gülşen'in son şarkısı 'Bangır Bangır' benden size gelsin, bol bol dinleyin bu yaz:

"Gül gibi uyuyan yılanı uyandırdın, garanti bildin beni havalandın, yürek yemiş sanki mübarek, neyine güvendin, evladım? Yavrum kaldır kollarını, teslim ol etrafın sarılı, sabret af çıksın sana, ben öptürcem bu evin yollarını…" Şarkının içinde 'haydi haydi, saldır saldır' diye bir bölüm de var, onun için de futbol sezonunun açılmasını bekliyoruz.

Geçen yaz çok dinlediniz, Gökhan Özen'in 'Benden sorulur' şarkısı ise aslında bitmiyor, sonsuz bir saydırma hissi uyandırıyor. Şarkıcı 'Seni artık sevesim yok, hiç arkadaş kalasım yok, selamını alasım yok, gördüğünde hatırla, öyle unutulmaaaazzz, böyle unutuluuuurrr…' sözlerinden sonra biiiiiip diye devam edecekmiş ama çoluk çocuktan çekinip söyleyememiş, gerisini bizim gayretimize bırakmış. Bilenler bilir ki, Gökhan Özen atarlı şarkı yapmayı seviyor, zaten ilişkiler de mutlu olmak, tatmin olmak için değil de 'tasını tarağını topla git, bir daha adımı anma yeter' demek için yaşanmaz mı? (Yine bu eserde sevgiliye 'bas git' demek istemiştir.)

Şarkı okudun mu hem nağmeli hem kafiyeli olmasına bakılırdı eskiden, Allah için bu geleneği devam ettirenler yok değil, sözlükte birbiri ile redif oluşturabilecek bütün kelimeleri alt alta koyarak bir anlam oluşturmasa da bir kafiye oluşturan Serdar Ortaç, 'seni çöpe atsam poşete yazık, bir sigara yaksam ateşe yazık' demekle beraber meseleyi 'aşk bu kızıl ötesi, yaralı müzesi' kafiyesine kadar vardırmıştır. Tabii bu kafiyeyi de bulamayıp, 'nabza göre şerbet falan filan' diye şarkı yapanlar da yok değil. Bu şarkı 'falan filan' diye zihnimizi bulandırdığı için tam olarak kime ne için saydırdığı da anlaşılamıyor. Yalnız bir noktada hızını alamayıp konuyu toplumsal bir noktaya çekiyor ve lafı 'kim varsa sana güvenip inanan, intikam için gün sayıyor'a getiriyor. İnsan düşünmeden edemiyor, acaba bu arkadaş toplumsal bir dolandırıcı mıdır, ben tanıyor muyum, ona güvenip inananlar kaç kişiler? İntikam için kaç gün sayılıyor, gibi…

Son dönem şarkılarının en büyük ortak özelliği nedir diye soracak olursak, hepsinin ortak olarak yalan konusundaki hassasiyetleri denebilir. Murat Dalkılıç, bunu en içtenlikle ifade edenlerden birisi; 'Atacaksan küçük at bari, yalanları yerim o zaman' diyerek sağlam bir duruş sergiliyor. Hande Yener ise daha sitemkâr ve dikkatli, 'Hani ne oldu bak, ne hallerdeyiz, Sensiz yapamam lafı külliyen yalan' diyerek yalanlara karşı isyanını dile getiriyor.

Dünya, bu kadar yalan ve intikam dolu iken insanların kendilerini başka türlü ifade etmelerini nasıl bekleyebilirdik ki? Yine de bu acılar ve imkânsızlıklar içinde kendine başka ifade şekilleri bulmayanlar yok değil. Hadise'nin sevgiliye miting seslenmeli 'Nerdesin aşkım? Burdayım aşkım' şarkısı eşliğinde kadınlara ofsayt nedir gibi seminerler verilebilir. Hadise'nin hadiseleri bununla da bitmiyor, eğer aşağıda sözleri yazan şarkıyı bilmiyorsanız, sözleri ara vermeden okuyup kafanızda herhangi bir şekilde bestelemeye çalışın, bu düz metinden bir nağme, bir şey canlandı mı? 'İstersen bana ukala mukala de, erkeklik gururun vardır sanırım, perişan olup zor durumda kalma'. Söylemeden geçemeyeceğim, Hadise'nin bu ukala mukala şarkısının içinde bir de 'Prensesler gibiydim baba evinde, özgürlüğüme gölgeyi hakaret sayarım' gibi toplumsal kadın sorunlarına da değindiğini düşündüğüm bir ifade var ki, baba evi, prensesler, özgürlük kelimeleri ile toplumsal cinsiyet çalışmalarına da yön verebilir.

Şaka bir yana bu saydığım örneklerle beraber mükemmel aşk şarkıları da yapılıyor elbette. İncelmiş, yüreğimize dokunan sözleri ile bir dolu aşk şarkısı da var. Biraz abarttığım düşünülebilir veya muhakkak atladıklarım olmuştur, herkesin geriye dönüp bu minvalde yaptığı bir okuma birbirinden farklı olacaktır. Yalnız bir şey var; haşin, kavga eden, azarlayan, paylayan şarkı içeriği gün geçtikçe artıyor, toplumun büyük bir kısmının özellikle çocukların gayriihtiyari maruz kaldığı popüler kültürün dili gittikçe yırtıcı olmaya başladı. Örnekler çoğalıyor, yeni örnekler diğerlerini taklit ediyor. Bir yandan da çok acayip bir durum daha var ki, herkes ama herkes aşksızlıktan sızlanıyor. Demet Akalın'ın bir şarkı sözü ile bitiriyorum: 'Aşkın içi boşalmış dekor duruyor…' Hemen yanda Zeki Müren'in bir terk etme şarkısı ile Sinan Akçıl'ın bir terk etme şarkısı var, nereden nereye gelmişiz, bir bakalım.




BİZE ULAŞIN